Türbanın 50 Yıllık Serüveni
www.politikadam.com genel yayın yönetmenimiz Fehmi Çalmuk 1968 yılından bu yana İslami siyasal hareketin başörtüsü ve türban serüvenini kaleme aldı. Sitemizle birlikte Hürses Gazetesi'nde yayınlanan 'Savurun Türbanları, muhafazakar demokratlar geliyor' analizini sizlere sunuyoruz
Bu vatanın ciğerlerini yakanın elleri yansın. Ona yardım edenin, destek verenin, müsamaha gösterenin...Büyük Türk Milletinden öç almanın, devleti dize getirmenin yolunu ormanları yakmayla bulduğunu zannedenler bilsinler ki küle dönen her ağaç bir ölüyorsa tohumundan bin doğacaktır.
Der ya üstad “Tomurcuk verme derdi olmayan ağaç, odundur.”
Tomurcuk vermeyen ağaç meselesi benim ciğerimi öyle yakıyor ki acısı daha büyük. Birer ikişer baöşrütülü kızlarımız başlarını açıyor. Elbetteki herkesin Allah'a vereceği bir hesap var... Tövbesinin bilmediğim duymadığımı günahıyla kınamadım, ayıplamadım. Bize düşmez. Ancak görünen o ki İslami mahallenin kızlarına sunamadığmız, anlatamadığımız ve karşısında boyunumuzun eğirildiği yüce davanın bize soracağı ciddi bir hesap var. Yakamıza yapışanlara karşı hesap verebilirliğimizin imkanı da kalmıyor. Bize “Neden binmiyorsunuz ?”diye suçladıkları bindikleri muhafazakar demokrat gemi su alıyor. Hiç kimse “kebabını yediğim ayağı” da yapmasın...
Ak Parti'nin rol model olarak ortaya koyduğu kadın gazetecilerden biri daha Elif Çakır başını açtığını ilan etti. Ne ile sosyal medya yayınladığı fotoğrafla...
Dışardan bakarsanız Ak Parti'nin bazı rol model kadınları Mevsimlik işçiler gibi... Yalnızca Elif Çakır'dan bahsetmiyorum...Başı kapalıyken ne kadar bizi/bizleri temsil ediyordu ki ? Daha önce Reyhan Gürtüna'da açmıştı. Da önce Fadime Özkan'da... Bu isimlerin ortak özellikleri kamuoyuna sunulan şekliyle muhafazakar demokratlğın rol model olmalarıyrdı ? Başka rol modellerde var. Bundan bir kaç yıl devamlı kadın bakan koltuğunun yegane sahibi KADEM'de ATV'de progragram yapan türbanlı bir sunucu üniversite öğrencilerine belirlenmiş konuda seri halinde konuşmalar yapar. Salonda ağırlıklı olarak başörtülü üniversite öğrencileri vardır.
Aktarılana göre Üsküdar Belediyesi'nin 28 Şubat panelinde moderatörlük yaparken yöneltilen “Bu yerlere nasıl gelrdiniz?” sorusuna “eşşek gibi çealışarak geldim” diyen kadın türbanlı gazeteci öğrencilere soruyuyor:
-Arkadaşlar sevgilisi olan kimler, parmak kaldırsın?
Gülüşmeler, panik kimse kaldırmıyor. Soru bu kez daha sert bir edayla geliyor. Zorlanıyor öğrenciler. Birer ikişer derken salonda eller kalkılyor. Kadırmayan öğrencilere fırça atılarak soruyor kadın gazeteci:
“Neden sevgiliniz yok?”
Cevaplar muhtelif: Yetiştirme tarzımız, inancımız...
Kadın gazeteci kızıyor:
-Gelecek toplantıya mutlaka kendisinize sevgili yapacaksınız. Yoksa gelmeyin...!
Bugün ki analiz yazımızda son 50 yılın başörtüsü ve/türban bağlamında bir bir macerasını birlite ele alalım:
Erbakan, Tesettürlü Kadınları Teşvik Etti
Türkiye'de İslami siyasetin sağdaki partiler içinde odaklandığı, daha ayrışmanın olmadığı bir dönemdi. Ankara İlahıyat Fakültesi'nde Türkiye'deki ilk başörtüsü eylemi takvim 1968 yılını gösterirken gerçekleşiyordu. Dönemin yaygın İslami yapılanması ise cemaatlar üzerine bina edilmişti. AP içinde örgütlenen Süleymancılar ve Nurcuların yanısıra Nakşibendi'lik başta olmak üzere tarikatlar AP içinde kendilerini temsil etme imkanı bulmuşlardı. AP'nin bir bakıma dağılma süreci; beraberinde Milliyetçilerin ve İslamcıların ayrı saflarda partileşme sürecine dahil olmalarını, Türkiye'de devlet kontrolünde olan ve camiye hapsedilmiş İslam'ın sosyal hayatın içine girmesini sağladı. Cumhuriyetin yeni baştan kodladığı zihinler hem teorik hem de pratik bir dönüşüme hazırlanmaya başladılar. Türkiye'deki İslami aydınlar yönünü batıya dönmüş Cumhuriyet karşısında yenik düştüklerini düşünüyorlardı. Bunun için her fırsatta rejimle hesaplaşmayı ve rejimin getirdiklerini reddetme; onun yerine, yeni alternatif yapılar sunma gayreti içine girdiler.
1990'lı yıllarda özgürlükler bağlamında kendilerini (Amerika'da renklerinden dolayı uzun yıllar baskı işkence gören) zencilere benzettiler. “Türkiye'nin zencileriyiz” diyerek beyazlardan; yöneten elitden hesap sormak için fırsat kolladılar. Ancak bu döneme gelene kadar kendilerine çizdikleri portre “mazlum ve eziklik” fotoğrafından başka bir şey değildir. Hatta başörtüsü eylemlerinde yoğun olarak kullanılan “ağlayan başörtülü kız” fotoğrafı bunun en belirgin örneğidir. Ezilmişliğin, eşitsizliğin ve Türkiye'de zenciler ile kendilerini bir tutmanın tek belirgin örneği ise başörtüsüydü. Başörtüsüne “anlam yüklemek” deyimini kullanacak isek bu arada açmak gerekiyor.
İsmet Özel şöyle der bu konuda:
“Anlam yüklemek deyimiyle: İslami hareketin bütün yükünün kadınlar tarafından çekildiğini vurguluyoruz. Kadınlar bu yükü taşıyor ve bir dönem kravat takmaya karşı çıkan erkeklerin modern kravatlar takmasına karşı; kadınlar halen başörtüsü/türbanda direniyor ve bunu İslami hareketin en önemli simgesi sayıyordu. İsmet Özel, “Biz Türkiye'nin zencileriyiz” demişti. “Zenciler”in topluma katılması için sanki beyazlaşmalarını, derilerini değiştirmesini bekledik. Zencilerin derilerinin renklerini değiştiremiyecekleri gibi örtü kendilerinin bir parçası gibi. Sadece bir örtü de değil, bütün bir davranış, toplumda yer alış biçiminin de terk edilmesi gerekiyor.
Erbakan da bu anlam üzerine siyaset yaptı.
Gün geçtikçe artan yayınlar, siyasetin perçinlediği örgütlenme biçimleri ve ister istemez (Milli Görüş geleneği de) aile yapılarını etkiledi. Bu dönemde İslami cemaatlere girenler, siyasal İslam öğretisi içinde olanlar kendileriyle birlikte ailelerini de değiştirmek istediler. Bu dönemi yaşayanların sonradan ailesi tarafından gelen telkinlerle kapandığı veya evlendikten sonra başını örttüğü görülür. Bu dönemi iyi anlamak bakımından en iyi örnek Şule Yüksel Şenler'in ve Emine Erdoğan'ın örtünme hikayesidir. İkisi de hayatlarına mal olma pahasına örtünmeye direnmiş olsalar da daha sonra topumsal rollerini oynamışlardır.
Necmettin Erbakan, 1967 Yılında Türk Ev Kadınları Derneği'nin düzenlediği bir gecede “Doğuda, batıda ve İslam'da kadın” konulu bir konferans vermişti. Akademisyenliğinin yanında Türk sanayinin önemli kuruluşlarından biri olan Türkiye Odalar Birliği'nde genel sekreteri olan Erbakan'ın konferansında çizdiği analitik uslup dikkat çekicidir. Erbakan; komünizm, kapitalizm ve İslam arasındaki iktisadi, sosyal yapıyı mukayese etmişti. Sistemlerin kadına yüklediği anlam ve kadınların sistem içindeki rolünü yorumlayan Erbakan, o yıllarda pek de alışılmayan bir bakış açısıyla kadınların iktisadi alanda yerini almalarını, çalışabileceklerini söylüyordu.
Elbette İslami siyasi sürecin gelişimini tetikleyen isim ise Necmettin Erbakan'dır. 1970'de şekillendirdiği İslami Hareketin ilk meyvesi Milli Nizam Partisidir. Partinin kadın örgütlenmesini yaparken “Peki ya kadınların kılık kıyafeti ne olacak?” sorusu cevap beklemektedir. Bu soruya bir prototip ile cevap vermek gerekliydi. Prototip Nermin Erbakan olacaktır. Şule Yüksel Şenler'in başörtme şekline güneş gözlükleri ve trenc kot ilave edilir. Bu suretle pardesü geleneği de başlar. Bu kıyafet Milli Görüş hareketini diğer İslami gruplardan ve İslam dünyasından ayıracak bir özellik sergilenir. Unutmadan Hatice Babacan olayından sonra İstanbul'da bir çok kadın derneği, kadınların çarşaf giymesini önlemek amacıyla “modernliği temsil ediyor” diye pardesü dağıttığını unutmayalım..
Erbakan ise bu konuda ciddi bir kriz yaşamaktaydı. O dönem ODTÜ'ye giden büyük kızının başının açık olması tabanda kriz oluşturmakta, Erbakan ise geleneği Türkiye'ye getirmesine karşın, evine yansıtamamaktaydı. Bu sorun bir dönem öyle büyüdü ki, anlatılanlara göre; dönemin RP İstanbul il Başkanı bir heyeti Erbakan'ın evine göndererek bir bakıma bir ültimaton verdi.
- Müslümanların lideri olduğunu belirtiyorsa ilk önce kızının başını örttürsün. Yapamıyorsa istifa etsin !
MSP'de ise geleneksel İslami anlayıştan farklılığını hemen ortaya koyuluyordu. Bu süreçte partilerin kadın kolları toplantısında giyiniş tarzları, kadınların etkilenmesine neden oluyor, kabul gören tarz dışındaki kıyafetler ise giderek yapıdan dışlanmayı gündeme getiriyordu. O dönem parti içindeki duyumlara göre, MSP'nin Sanayi Bakanı Abdülkerim Doğru'nun MSP'den ayrılması, başı açık olan eşinin MSP'li yönetici eşleri tarafından dışlanmasına bağlanır. Yalnızca kadınlar değil erkekler de yakın takiptedir. Nitekim Recai Kutan Malatya'da yaşadığı bir olay bu konuda verilecek önemli örneklerin başında gelir:
“Parti merkezinde oturuyoruz. Gelenler gidenler var. Hoşgeldiniz diyoruz, konuşuyoruz. MSP politikalarını anlatıyoruz. Yanıma bir Hacı amca oturdu. Bir ara elini dizime attığını hissettim. ‘Muhabbetten ve samimiyetten böyle davranıyor diye' düşündüm. Biraz sonra sağ ayağımdaki pantolonun paçasını yukarı doğru çekmeye başladı. Adamcağıza baktım ki benim Şeriat donu giyip giymediğimi kontrol ediyor”
Başörtüsü, Siyasi Rekabeti de Belirledi
12 Eylül ile birlikte gelen yasak, başta başörtüsü yasağıydı. Toplumda kabul görmeyen ve tepki alan başörtüsü yasağı deyimi daha sonra usta bir manevrayla türbana dönüştü. Bu manevranın mucidi İhsan Doğramacı idi. Medya hemen benimsedi bu ismi. Başörtüsü gibi tepki almıyor, yasakçılar “biz başörtüsüne karşı değiliz ama türban politik bir örtüdür” yorumu yapıyorlardı. İslami camianın burada kendini her zaman anlatamadığı düşüncesindeyim. Toplumla doğan frekans ayrılığı bir bakıma bunu beraberinde getirdi. “İslami kesimin kendi eş ve çocuklarına bakış açısının bunda payı büyük. İslam kadını dört duvar arasında hapsetmiyor” derken, sosyalleşen erkekler, yakasız gömleklerden kravatlara, markalı giysilere, modern cafelere yönelirken, kadınlara çizdikleri sosyal yaşam; geleneksel renkteki pardesüler, mahalle kebapçıları ve pikniklerdi. Kadını sosyal yaşamda korumasız sayan bu kesimin halen sivil toplum örgütlerinin kadın kollarında ısrar etmesi, kadınları yönetime almak yerine bir yönetim kurulu üyesinin eşini kadın kolları başkanı yapmaları kural olmuştur. İslami kesimin oluşmasında tercüme eserlerin payı büyüktür. Bir bakıma beraberinde yerliliğe ve geleneğe karşı dirençlerine neden olmuştur. Milli değerler onlar için milliyetçilik anlamına gelmektedir. Bu süreç RP'nin 1991 yılından itibaren yükselmeye başladığı seçmen profillerinin önemli değişim gösterdiği süreci beraberinde getirmiştir. Artık cemaat kalıbından sosyal toplum kalıbına geçen İslami kesimde bir çok değişim olmuştur.
Türkiye'de muhafazakar siyaset anlayışı ile bilinen ANAP'ın ünlü TİME dergisine verdiği paralı bir ilanda, yapılan itiraf askerlerin istediği baüşörtüsü yasağının kaynağını da ortaya koyard. 22 Ocak 1990 tarihinde TİME dergisine verilen 10 sayfalık Türkiye özel Reklam bölümünde yer alan “Building Birdges” başlıklı makalede şu itiraf yer alır:
“Vicdan özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve kadınlara verilen haklarla beraber gelmektedir. Türk kadınları 55 yıldan fazla bir süredir oy kullanma haklarına sahiptir. Hükümet üniversiteli kız öğrencilerin türban takmasını taassuba sebep olacağı nedeniyle korkusuyla yasaklamıştır ”
Reklam bölümündeki şu ifadeler ise çok dikkat çekici:
“Pek çok Türk'e göre türban takılması dini bir meseleden ziyade politik bir sorundur. Bir başka kısım Türk ise konuyu sadece gençlik heyecanı ve moda olarak algılamakta ve önemli bir sorun açacağına inanmamaktadır”
İslami siyaset partilerinin kapatılmasının “terbiye modeli” olarak uygulandığı 28 Şubat döneminde; FETÖ'nün dindarların önüne koyduğu “siyasal İslam” deli gömleğinden farklı olarak “dinlerarası diyolog” ile süsledikleri “muhafazakar demokrat gömleği” siyasette Ak Parti'yi, sosyal hayatta da başörtüsü yerine “türbanı” ön palana çıkarttı. “Başörtüsü siyasi bir eylemdir, başörtüsü irtica bayrağıdır”, “Başını örtenler bastırılmış kişilerdir” önyargıları ve ‘Git annen gibi başını ört ya da evinde otur' baskıları karşısında türban; modernleşmenin bir parçası, bireyselleşme yönünde çok ileri bir adım olarak görüldü. Türbanlı kızlar algı yönetimi ve yoğun propaganda sonucu kendi kimliklerini “anneleri gibi olmak istemedikleri” noktasından belirlediler.
İşin garabetine bakın ki başörtülü kızlara türban yolunun gösteren muhafazakar demokrat kimlik, 28 Şubat'ta dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı lhan Kılıç'ın ortaya attığı “Kelebek şeklinde baş bağlama” kamuoyunda yaygın adıyla “annane formülü” o dönemin Başbakanı ANAP lideri Musıt Yılmaz'ın da önerisiydi. Hatta ve hatta Başbakan Mesut Yılmaz türban için çözüm arayışları için beni aracı gönderdiği dönemin Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan şunları söyledi:
“Keşke çözseler. Benim bu konuda siyasi bir kaygım yok. Bu konuda oy avcılığı peşinde değilim. Eğer bu insanlar bu örtüleriyle üniversiteye alınmıyor, baskı görüyorlarsa bundan dolayı 'bize (FP) böyle bir oy gelmez olsun.' Bu konuda tepkiyi tırmandırma üzerine politika yapıyorsam namerdim. ANAP'a bu konuda her türlü desteğe açığım. Bu konuda ne türlü bir işbirliği yapmak istiyorlarsa, ben açığım. Yeter ki çözsünler. 'Kesin şöyle örtünülür' diye bir tanım yok. Benim eşim de; dediğiniz o şekilde (İlhan Kılıç'ın tarif ettiği gibi) örtünüyor Bu konuda hiçbir beis yok. İnsanlar sadece okumak istiyor.”
Kadere bakın ki ABD vatandaşı olduğunu gizleyerek FP'dern milletvekili seçilen Merve Kavakçı, TBMM'deki yemin töreninnden önce Washington Post Gazetesi'ne vereceği mülakat öncesi, dönemin FP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül'ün ilginç bir teklifiyle karşılaşmıştı. Teklif, başörtüsünü/türbanın örtüş biçimidir. Gül, Kavakçı'dan, başını MHP'li Nesrin Ünal gibi örtmesini ister. Daha doğrusu anneannemiz gibi. Kavakçı, Sabah Gazetesi'nden Balçiçek Pamir ile yaptığı röportajda olayı şöyle anlatır:
- Problem değil, aslında bir teklifti bana getirilen. Dediler ki röportajdan önce, “Türbanını başının altından, başörtüsü gibi bağlasan olmaz mı?” Yani hani anneannelerimizin bağladığı gibi, çene altından.
Kim dedi?
- Abdullah Gül. Ben tabii çok şaşırdım ve güldüm geçtim, kabul etmedim.”
Kavakçı, bunu kabul etmedi. Bunu kabul etmemesinin gerekçesini de “bana yakışmayacak bir tarz” şeklinde anlattı.
Siyasal İslam geleneğinden farklı bir politika izleyeceklerini her zaman dile getirmişti AK parti kurmayları... Türban'a endeksli siyaset yapmayacaklarını belirtmişlerdir. Hatta Partinin kurucuları arasında 4 başörtülü/türbanlı bulundurulmuş, Yargıtay'ın bu konuda istediği tedbir kararı Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmemişti. Ancak partinin o dönem düşüncesini AK Parti Meclis Grup Başkanı Bülent Arınç şöyle anlatavcaktı:
“Öğrencilerimiz kıyafetlerinden ötürü bırakın ders görmeyi, okulların bahçesinden içeri bile sokulmuyor. Kızlarımıza zulüm yapılıyor. Bu sorunu çözmek gerekir. Eğer türban sorunu varsa, bunu sadece bize değil, diğerlerine de sorun. Ama bu türban sorununu çözmek namus borcumuzdur. Bu yolda sonuna kadar gideceğiz. İnancını da öğrenmek insanların hakkıdır. Satanist gençler nasıl okuyorsa, bu öğrenciler de okumalıdır. Sonunda millet ne istiyorsa o olacaktır.”
Bu mitingten üç saat sonra, 1999 seçimlerinde “başörtüsü sorununu ürkekler değil, erkekler çözer” diye propaganda yapan MHP'nin Genel Başkanı'nın memleketi Osmaniye'de ikinci mesajı verdi Bülent Arınç:
“Başını örtenlerin zorla başını açtırma gibi bir cinayeti hiç bir zaman tasvip etmiyoruz. 3 Kasım inanç özgürlüğünün sağlanacağı ve kelepçelerin çözülüp tarihin çöplüğüne atılacağı gündür. Namus günüdür.”
Şimdi olayın bu hale getirden zevatın cevaplaması gereken soru şudur:
Ne oldu Namus Borcu?
Yeni Şafak Yazarı Eskişehir İmam Hatip Lisesi mezunu Fadime Özkan uzun süre düşündükten sonra başını açtığını belirtiyordu... Birde kitap çıkarttı: Yemenimde Háre Var… Hürriyet Gazetesi'nden Şermin Sarıbaş ile 27.02.2005 tarihinde yaptığı röportajda şunları söylüyordu:
- Başörtüsü ve türban tartışmaları insanlarda bıkkınlık oluşturmuş. Bu kitabın adında yemeniyi kullanarak, o tür hislerden kurtarmak istedik.
Siz kitapta röportajları yaparken, sorularınızda ‘başörtüsü' kelimesini kullanmışsınız ama cevaplayanlar ‘türban' demiş.
- Birkaç kişi başörtüsü yerine türban diyebilir miyiz dediler. Başörtüsü annelere, anneannelere ait bir örtü biçimi gibi. Türbanda ise bir talep var. Kamusal alanda yer almak, üniversitede okumak, mesleğini yapmak gibi talepler. Türban, aslında başörtüsünü yabancılaştıran bir kavram. Bu topraklara ait bir örtü biçimi değil, ithal bir kavram.:
Kitapta başını kapatan kadınların hepsine, örtülerine ne ad verdiğini sormuşsunuz. Ne cevaplar aldınız?
- Bu soruyu yönelttiğim kadınların tamamı, örttükleri örttüye başörtüsü dedi. Kimisi daha modern bağlıyor, kimisi daha uzun, omuzlarına kadar bağlıyor ama neticede herkes örtüsüne başörtüsü diyor.
Türban, Şapka, Sonra Reyhan Gürtüna da başını açtı
Milli Mücadele gelendğinden gelen RP'nin ve FP'nin eski stanbul Büyükşehir B:elediye Başkanı Reyhan Gürtüna 2007 yılında sürpriz bir kararla başını açmıştı. li Müfit Gürtüna “Onun bu kararı kolay olmadı, ama kendisinin bireysel tercihidir. Kendi hayat tarzını, üslubunu kendisi seçiyor. Bize de saygı duymak düşüyor. Evlendiğimiz zaman da kapalıydı. Tabii ki bir süreç yaşandı. Ama sonuçta kendi kararını kendisi verdi" derken Reyhan Gürtuna 30 Ekim 2010 yılında Hürriyet Gazetesi'nden Gökseil Göksu'ya şunları söylüyordu:
Bir dönem, örtünün siyasete çok malzeme olduğunu fark ettim. İstense çok rahat çözülecek bir problemken çözülmüyor. Örtü bu kadar siyasi malzeme haline gelince, bir siyasetçi eşi olduğum için, şapkaya geçişim çok gündemde kalmıştı. “Beni oradan oraya atmaya hakları yok”
Niye önce şapka?
Şapkayı etiketlere karşı bir savunma gibi düşündüm. Zaten bir yıldan az sürdü şapkalı dönem. Çünkü rahat da edemedim o şekilde. O süreçte hem okudum hem de bu konuda söz sahibi olan, güvendiğim bazı alimlerle konuştum. Sonuçta kendi içimde rahatladım. Karar verdikten sonrası, beni çok fazla bağlamaz.
Açtınız ve bir anda gözler size çevrildi.
Bana kısmet oldu, ben çektim o sıkıntıyı. Reyhan çok önemli olduğundan yapılmıyor. İyi bir modeldim onlar için. Bir futbol takımı tutar gibi, beni oradan oraya atmaya kimsenin hakkı yok. Ben bir kesimden diğerine geçmiş değilim. Zaten hiç bir kesimde değilim. Hepsini bir bütün olarak gördüm. Ama bir tarafı terk edip öbür tarafı sevindirmiş bir insan olarak sergilendim. Bu beni çok rahatsız etti.
Açılınca sizi rahatsız eden bir davranışla karşılaştınız mı?
Bazen tebrik ediyorlar, onları incitmemek adına susuyorum ama bunu hakaret olarak kabul ediyorum. Ne başımı açmamın tebrik edilecek, ne de kapalı olmamın yadırganacak tarafı var.
Gülten Kızılkaya'ya Sahip Çıkılmayınca...
Peki bu süreçte kaybeden kimdir? Bu ilk bakışta İslami kesim gibi görünmektedir. (Ama asıl kaybeden muhafazakar demokrat kimliğidir.) Çünkü İslam, Cumhuriyetin ilanından bu yana hep kaybedenlerin ortak paydası haline getirilmiştir. İnanç mücadelesi ekseninde yaptıkları başörtüsü/türban mücadelesinde de kaybettiklerini hiç düşünmüşler midir ?
Kocası Kumkapı cinayetinde öldürülmüştür. Katil zanlısı cezaevinde yattıktan sonra çıkmış medya sayesinde ünlü olmuş, hatta film bile çevirmiştir. O ise geleneksel bir ailenin başörtülü bir kadınıdır. Kimse onu ciddiye almaz. Esas mağdur odur. Evinin direği, kocası öldürülmüştür. Çocuklarıyla açıkta kalmış yarını için bir garantisi bile yoktur. İslami kesim Gülten Kızılkaya'ya yardım elini bile uzatmadı. Gündemlerinde yoktu Kızılkaya...
Kızılkaya günden güne hayatın raconunu yaşamaya, kendini mağdur bırakanlardan öcünü almaya doğru yöneldi. Yine İslami kesimden çıt çıkmadı. Kızılkaya en sonunda kendisini İslami kesimle bütünleştiren tek ortak noktayı da atmaya karar verdi. Başörtüsünü çıkarttı. Bir dergi için erotik sayılacak pozlar bile verdi. Kulüplerde şarkı bile söylemeye başladı.
Yıllardır inanç mücadelesi verdikleri İslami kesim, başörtülerini açmamak için direnenler, Gülten Kızalkaya'yı görmezlikten geliverdi. O gün muhafazakar demokratlar, İslamcılar kaybettiler işte.
İslamın Özüyle Oynamak, Kum Torbası İşkencesi
FETÖ'nün kadroları devşirdiği, bürokrasiden siyasete, medyadan diyanete kadar egemen olduğu yıllardı. Cennetmekan Erbakan Hocam'a başvurdum. Yine dini hayat ile ilgili bir tartışma, dine yönelik reform girişimi, hatta ve hatta protestan İslam anlayışı icat etme pratikleri yapılıyordu. Merhum Aytunç Altındal sıcağı sıcağına bu konuyu konuşmuş. Konu ciddiydi. Tebessüm eden siması değişiverdi: Sordu:
-Sen kum torbasını bilir misin?
(Bir büyüğümüz, alim kişi size bir şey sorduğunda konudan az buçuk haberiniz olsa da, konuya vakıf olsanız da ‘Efendim lütfedin, takdir buyurun, zatıalinizi merakla dinliyorum' deyin… Daha fazla bilgi edinirsiniz, O'nun penceresinden bakarsınız. Edeben de sakın ha ‘biliyorum' demeyin… Bildiğinizi sandığınız konudan öyle bir soru sorarlar ki, feleğiniz şaşar. Bu tembihatı da rahmetli Hocam'dan öğrendim)
-Takdir ve lütuf buyurun, merakla dinliyorum efendim…
-Bazı uzak doğu sporlarında sporcunun denge kurmasını, rakibin hamleleri karşısında direncinin artmasında, aksiyona karşı reaksiyon geliştirmesinde kullanırlar. Bir de Kum torbasını istihbarat örgütleri sorgulamada kullanır. Kum turbası bedene her vurulduğunda dışarıdan bir iz bırakmaz ama iç organlar titreme gösterir. Belli aralıklarla ve şiddetli olursa rezonans etkisi yapar. Adam işkenceden çıkar dışarısı sapa sağlam ama içi çürümüş, perişan olmuş. İnsanın özüyle oynarlar. Şimdi de Allah korusun İslam'ın özüyle oynuyorlar… Dışarıdan bir şey görünmüyor ama, içi çürümüş…Müslüman'dan şuuru aldın mı, namaz kılar, Haccına gider gelir. Sadece gider gelir, yatar kalkar…Allah Muhafaza etsin.!
Muhterem Cumhurbaşkanım küplere binmesin, kızmasın ama niyeti elbette bu değildi, amacı da bu değildi. Gidişata müdahale edilmeyişi, adanmış kadroların yerine dadanmış, ortaya karışık kadroların seçilmiş olması muhafazakar demokratlık kimliği altında kum torbası işkencesi gibi İslam'ın özüyle oynanması, başörtüsünden türbana, daha sonra da Müslümanların savrulduğu bir dönemi bize yaşattı yaşatıyor.
Bugün inanmış, ona gelenin onda dirildiği mütesettir bir hanımefendi gördüğümde Sezai Karakoç'un ünlü balkon şiirinde yer alan bir dizeyi çeviresim geliyor:
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Yüreğinden, ellerinden öpmeye gidiyorum