- Haberler
- Parlamento
- 'Hariri Türk Telekom'un kârını cebine koyup gitti'
'Hariri Türk Telekom'un kârını cebine koyup gitti'
Grup toplantısında konuşan İYİ Parti lideri Meral Akşener, Türk Telekom'un Varlık Fonu'na devri için 'Lübnanlı Hariri'ye özelleştirme yapıyoruz, yabancı sermaye giriyor tezahüratları eşliğinde 6.5 milyar dolara sattılar. Sözleşme gereği söz verdiği hiçbir yatırımı Hariri yapmadı. Dönüp tek bir laf etmediler, edemediler. Türk Telekom'un karını ceplerine indirip götürdüler, 'Sen ne yapıyorsun' diyemediler' dedi.
Çanakkale Zaferi'nin 107'nci yıldönümü hakkında konuşan Akşener, "2 gün sonra, 18 Mart muhteşem tarihimizin destansı durağı olan Çanakkale Zaferi'nin yıldönümü. Kurtuluş Savaşımızın tohumları Çanakkale'de ekilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü Türk milletine Çanakkale armağan etmiştir. Cumhuriyetimize giden yolda döşenen ilk taştır. Çanakkale cesaretin ta kendisidir. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, silah arkadaşlarını rahmet ve şükranla anıyorum" dedi.
"Ekonomimiz can çekiyor" diyen Akşener, "Yeni ekonomi modeli neydi, faizi düşür, ihracatı artır, cari fazla oluştur. Milletimize kurtuluş reçetesi olarak pazarlanan bu reçetenin üzerinden 6 ay geçti. Bir tek Merkez Bankası faizleri düştü, diğer faizler göklere çıktı. İhracatımız arttı ama ithalatımız daha fazla arttığı için bu hiçbir işe yaramadı. Cari fazla verip enflasyonu düşürdük mü, son 4 yılın en yüksek cari açığını verdik, enflasyon da düşmedi. ÜFE yüzde 100'ün üzerinde, TÜFE yüzde 50'nin üzerinde. Ekonomik büyümeye ne oldu, yavaşlama sinyalleri veriyor. Ezcümle, bay kriz ve arkadaşlarının bu formülü sonrası iyiye giden tek gösterge yok. Ekonomik modeller geliyor geçiyor ama ikna siyaseti tam gaz sürüyor" dedi.
Akşener'in konuşmasındaki satırbaşları şöyle:
"ATATÜRK'LE OLAN SORUNLARINI ÇÖZEMEDİLER"
-Aziz milletim, AK Parti iktidarının akıl ve bilimden uzak, cumhuriyet değerlerimizle de sorunu olan yönetim anlayışı, hele Atatürk'le olan sorunlarını da bir türlü çözemediler. İyice hastalıklı bir hal aldı. Machiavelli'i gururlandıracak ya da yattığı yerden ters döndürecek, 'Ulan bunlar benim aklıma neden gelmedi' dedirtecek türden bir bakış açısına sahip AK Parti kadrolarının elinde ekonomimiz can çekişiyor.
-Bay krizin nobellik teorisini model alan bu model hem Nas ile hem de ittifakın minik minik ortağının hayallerini süsleyen Çin görünümlü Bangladeş modeliyle de uyumluydu. Peki noldu? Bu modele geçiş üzerinden 6 ay geçti. Faizler düşmedi. Bir tek Merkez Bankası faizi düştü. Faiz lobileri bayram etti. Türk lirası değersiz hale gelince ihracatımız arttı ama ithalatımız daha da fazla arttığı için bu hiçbir işe yaramadı. Daha az miktarda malı daha fazla para ödeyerek ithal ettik.
-Bırakın cari fazlayı, en fazla açığı verdik. Enflasyon düşmedi. AK Parti'nin iktidarı devraldığı dönemin enflasyonundan daha yüksek enflasyonla karşı karşıyayız. Üretici fiyat enflasyonu yüzde 100'ün üzerinde, tüketici ise yüzde 50'nin üzerinde. Ekonomik büyüme ise yavaşlama sinyalleri veriyor.
-Milletimiz böyle ibretlik bir tabloyla karşı karşıyayken bu arkadaşlar hala bizleri ısrarla her geçen gün ağırlaşan sorunlarımızın aslında var olmadığına ikna etmekle uğraşıyorlar. Yani ekonomik modeller geliyor geçiyor ama ikna siyaseti tam gaz sürüyor.
"ERDOĞAN'IN FANTASTİK DÜNYASI HER ŞEY BU SİSTEMLE İŞLİYOR"
-Bay kriz çıktı 'Bizim ayçiçek, zeytinyağı gibi sorunlarımız yok' dedi. Kendisine göre ülkemizde evine ekmek götüremeyen de yok. Akaryakıt, ekmek kuyruğu da yok. İşsizlik, yoksulluk da yok. Milletçe Şirinler Köyü'nde yaşıyoruz. Milletçe toplanmışız kafamızdan sorun uyduruyoruz. Her şey güllük gülistanlık olmasına rağmen biz tembeliz ya iş beğenmiyoruz. Herkes çok mutlu ama onu gıcık ve uyuz etmek için milletçe mutsuzmuş gibi yapıyoruz. Erdoğan'ın fantastik dünyasında her şey bu sistemle işliyor.
"CEPLERİNE İNDİRİP GÖTÜRDÜLER"
- 90'lı yılların ortasında 25-30 milyar dolar arasında değer biçilen Türk Telekom'un yüzde 55'ini ailece muhabbet kurdukları -onlarla da tatil yapmışlar mıydı ben hatırlamıyorum. En son bildiğim 'kardeşim esadla' bir tatil yapılmıştı sonra 'katil esed' olmuştu. Demek ki bunlar hala dostluğu devam ettiriyor- Lübnanlı Hariri'ye özelleştirme yapıyoruz, yabancı sermaye giriyor tezahüratları eşliğinde 6.5 milyar dolara sattılar. Sözleşme gereği söz verdiği hiçbir yatırımı Hariri yapmadı. Dönüp tek bir laf etmediler, edemediler. Türk Telekom'un karını ceplerine indirip götürdüler, 'Sen ne yapıyorsun' diyemediler.
-Soygun bitmedi. Sözleşme 2026 yılında sona ereceği için hisseler 2026 yılında zaten ücretsiz olarak devlete geçecekti. Onlar ne yaptı? 2026'yı beklemediler, Varlık Fonu'na 1 milyar 650 milyon dolara çaktılar. Yani milletin kesesinde 24.5 milyonu daha zarar hanesine yazdılar.
-26 aydır il il geziyorum. Arkadaşlarımla beraber milletimizin dertlerini dinliyorum. Hem esnafımızla hem vatandaşlarımızla konuşuyorum.
"BATSIN BU DÜNYA DİYORUM"
-Bir kesim var ki onların sesi yeterince duyulmadı, duyurulmadı. Onlar ev kadınları. Ev ekonomisinin temel direği olan ev kadınları. İktidar tarafından çantada keklik görünen ve o nedenle AK Parti'nin umursamazlığından en fazla muzdarip olan ev kadınları. Ev kadınlarından öyle şeyler dinliyor, öyle şeylere şahit oluyorum ki bir süre sonra kalbim ağrıyor. Rahmetli Müslüm Baba gibi 'Batsın bu dünya' diyorum.
-Mesela eşini koronavirüsten kaybetmiş, yarım gün tekstil atölyesine giderek günde 50 lirayla geçinmeye çalışan kardeşim, hatta bir kız çocuğu bu. 'Görüp de canları bir şey ister diye çocukları markete götüremiyorum' diyor. 'Gücümüz yetip bir tavuk alamıyoruz, fırın, ütü yakamıyorum' diyor.
-Malulen emekli bir ablam, 'Akşama sadece makarna yaptım başka bir şey pişiremedim' diyor. Bu torunlarına bakan bir ablamız. 'Meral hanım bana bir iş bulur musun?' diyor.
'Hayalin ne?' dedim. Ev kirasını ödeyebilmeyi söyledi. Gencecik bir kadından bahsediyorum. Böyle bir rezalet olabilir mi?
-İşte size evlerin içinde yaşanan AK Parti gerçekleri... Sabahtan akşama kadar anlatılan büyüme masalları bu gerçekleri değiştirmiyor. Hiç merak etmeyin onlar istedikleri kadar inkar etsinler. Biz bu gerçekleri anlatmaktan vazgeçmeyeceğiz.
-Emeklinin geçim sıkıntısına, gençlerin umutsuzluğuna nasıl çözümler sunduysak ev kadınlarının sıkıntılarına da çözüm sunacağız.
'ATATÜRK'LE SULTAN ABDULHAMİT HAN'I KARŞI KARŞIYA GETİRDİLER'
-Hani 'İki ayyaş' diye hakaret ettikleri bu ülkenin kurucu lideri Atatürk ve yakın arkadaşı İnönü var ya... Cumhuriyet yeni kurulmuş. Fabrikalar yapmaya çalışıyorlar. Fakirliği ortadan kaldırmaya gayret ediyorlar ama elbette savaştan çıkmış bir ülkede yokluk var. O devrin bakanlarının çocuklarına amerikan bezi verilirmiş. İnönü'nün ailesine de tabii veriliyor, hepsine veriliyor. Bakanların eşlerinin bir kısmı amerikan bezi denilen kumaşı boyamakta bir kısmı da dikmekte usta. Bu ne biliyor musunuz? Yokluğu paylaşmak, yoklukta birlikte olmak. Vatandaşımda ne eksikse ben de fazla olamaz demek.
-Okullarda parlak, zeki çocukların Gazi'nin maaşından ayırdığı parayla okutulduğunu biliyor musunuz? Buna karşı 5,10,15 maaşlar... Sarayda sefa sürenler... 18 yaşında oğlunu uyuşturucu bulaşmasın diye gayret eden kadınlar... Günahtır günah. Kul hakkıdır, haramdır haram.
-Canları ne istiyorsa söylediler hoş gördük. Atatürk'le Sultan Abdulhamit Han'ı karşı karşıya getirdiler. Her ikisi de bu ülkenin modernleşmesi için en önemli kurumları açmış iki kişi. Yaptığınız o iğrenç dizilerle Abdulhamit Han'ı ne hale düşürdünüz. Tarih bilgisinden yoksun tipler. Her birinize 100 sayfa tarih, Türkçe, coğrafya okumanızı öneriyorum. Felsefeyi mantığı söyleyemem akılları yetmez.
-14 Mart'ta aslında söke söke aldığımız bağımsızlığımızı kutladık. Şanlı mücadeleyi kutladık. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'den yükselen cesareti kutladık. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane kuran Abdulhamit Han.
"BÜTÜN MESELE TIBBİYELİ HİKMET BORAN'DIR"
-1919 yılında, İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde; İngilizler, dönemin Tıp Fakültesi olan, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasına, el koymuştu. Tıbbiye öğrencileri, bu duruma sessiz kalmamak için, aralarından Hikmet Boran’ı önder seçerek, işgali, protesto etmeye karar verdiler. Bunun için de, dev bir Türk bayrağı hazırladılar. 14 Mart sabahında, İngiliz nöbetçileri atlatıp, Tıbbiye binasının kuleleri arasından, al bayrağımızı dalgalandırdılar. İşte, Tıbbiyeli Hikmet’in etrafında birleşen o gençler; Karanlık işgal günlerimize, umut oldular… Bağımsızlık hikâyemize, nefes oldular… Şanlı mücadelemize, “bayram” oldular… Amaaa, hikâye burada bitmedi. Biliyorsunuz 1919 yılı, aynı zamanda; Atatürk’ümüzün, milletimizi kurtuluşa hazırladığı yıldı. Samsun’dan başlattığı o kutlu yürüyüşte, Sivas’a geldiğinde; Tıbbiyelilerin temsilcisi olarak seçilen, Henüz 19 yaşındaki Hikmet Boran da oradaydı…
-Sivas Kongresi’nde; Manda ve himaye fikrini savunanlarla, tam bağımsızlığımızı savunanların tartıştığı sırada; Tıbbiyeli Hikmet, coşkuyla Mustafa Kemal Atatürk’e seslendi. Dedi ki; “Paşam; Delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler, beni buraya, bağımsızlık davamızı, başarmak yolundaki mesaiye, katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem… Eğer kabul edecek olanlar varsa; bunlar her kim olursa olsun, şiddetle reddeder ve kınarız. Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz; Sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil, ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleniriz.” Tıbbiyeli Hikmet’in yüreğinden kopan bu sözler karşısında; Mustafa Kemal Atatürk ne dedi biliyor musunuz? “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum, ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi, mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!”
-İşte Atamız, vatanımızın kurtuluş parolasını, İlk kez burada, Tıbbiyeli Hikmet’e söyledi. İşte Atamız, memleketimizin aydınlık geleceğini, İlk kez burada, Türk gençliğinin anlayışına ve enerjisine bağladı. İşte Atamız, kurtuluş mücadelemizdeki gücü; Tam olarak buradaki cesaret ve kararlılıktan aldı.
-Bundan 103 yıl önce; 19 yaşındaki Hikmet Boran ve Tıbbiyeliler; Millî mücadelemize, işte böyle bir aşkla inandı… Başta vatanımızın kurtarıcısı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, cesaretin sesi olan, Doktor Hikmet Boran’ı, cesaretin yüreği olan, tıbbiyelilerimizi, ve cesaretiyle destan yazan, tüm istiklal kahramanlarımızı; Saygı, rahmet ve minnetle anıyorum. Yürüdüğümüz bu çetin ve tuzaklı yolda, cesaretleriyle bize rehber oldukları için, Allah onlardan razı olsun. Ruhları şad, mekânları cennet olsun.
-Bu vesileyle, bir kez daha; Ülkemizin bağımsızlık ateşine har olan, kendini, mesleğine, vatanına ve milletine adayan, Tıbbiyeli Hikmet’in açtığı bayrağı, bugün devralan, fedakârlığın ve özverinin simgesi tüm hekimlerimizin, 14 Mart Tıp Bayramı’nı, yürekten kutluyorum. İyi ki varsınız! Niçin 'Giderlerse gitsinler' denildiğini anladınız mı? Bütün mesele Tıbbiyeli Hikmet Boran'dır.
'Bu kutuplaştırma eylemlerinin önüne geçeceğiz'
2003 yılında Bay Kriz çıktı bir toplantıda 'Doktorlarına iğne miğne olmuyorum. Hemşireler oluyorum. Doktorların o yanı zayıf' demişti. Bu Tıp mezunu bir doktorla, sağlık okullarından mezun olmuş birbiriyle çalışmak durumunda olan iki çalışanın arasında fitne koymak ve ikisini birbirinin karşısına dikmektir. Hemşireyi gariban, doktorları 'asortikler' safında tarifleyip o günlerde size karşı bakış açısı oluşturmaya çalışmıştı. Maaşlar üzerinden başlatılan bu konunun gerçekten bu arkadaşa hizmet etmiş oluruz. Bunu doğru deşifre ettiğimiz taktirde bütün bu kutuplaştırma eylemlerinin önüne geçeceğiz. Ben bunu ömrüm yettikçe, inşallah seçim gelip sandıkla bu arkadaşları gönderinceye kadar yapmaya devam edeceğim.
"GELDİĞİMİZ NOKTA İÇLER ACISI"
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında; Savaştan yeni çıkan bir ülke olmamıza rağmen, nice başarılara imza attık. Mesela; Refik Saydam gibi idealist bir hekimin önderliğinde; Salgınlarla ve hastalıklarla mücadele ettik. Mesela;1928 yılında Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kurduk. Mesela ilk 10 yılda; Sağlık çalışanı sayımızı, tam 10 katına çıkarttık. 86 olan kurum sayımızı, 176’ya, 6 bin 500 olan yatak sayımızı 14 bine çıkarttık.
Ve tüm bunları son derece sınırlı imkanlarla, savaştan yeni çıkmış bir ülkenin, milletini seven, ülkesini seven, işini seven, idealist bürokratlarıyla gerçekleştirdik. Ama maalesef; Lisede okurken, doktor olmaya karar veren Safiye Ali’yi, devlet bursuyla yurt dışında okutarak, ülkemize ilk kadın doktorunu kazandıran, cumhuriyet vizyonundan, bugün geldiğimiz nokta, gerçekten içler acısı…
Bugün maalesef; Yandaşlarına ihale ettikleri bol camlı binaların içerisini, Garantili hastalar ve sipariş usulü doktorlarla doldurmayı düşünen, sağlığı da ticaret gören, bir garip anlayışla karşı karşıyayız. Nitekim bu anlayışın, ibretlik bir yansımasına, geçen hafta şahit olduk.
Erdoğan'ın 'giderlerse gitsinler' çıkışı
Sayın Erdoğan, kadınlar gününde, kadın muhtarlara, jurnalcilik teklif ettiği toplantının bir bölümünde, marabası gördüğü doktorlarımıza hitaben, “giderlerse gitsinler” dedi. Peki sonra ne oldu? Aldığı tepkilerden sonra, son dönemde sıklıkla yaptığı üzere geri vites yaptı, ve 14 Mart’taki konuşmasında, daha bir hafta önce, kapıyı gösterdiği doktorlarımız için, “Rabbim onlardan razı olsun. Eksikliklerini göstermesin.” dedi… Sayın Erdoğan’ın duygu dünyasındaki dalgalanmalara, inanın ne biz, ne de kendi partilileri, artık ayak uyduramıyoruz. Milletçe, adeta Doktor Jekyll ile Bay Hyde’ın hikayesini yaşıyor gibiyiz… Sayın Erdoğan ve Bay Kriz, birlikte ülke yönetmeye çalışıyorlar. Bay Kriz öfkeleniyor, ertesi gün Sayın Erdoğan geri vites yapıyor. Bay Kriz kovuyor, ertesi hafta Sayın Erdoğan hayır dua okuyor. Bay Kriz kırıp döküyor, Sayın Erdoğan günü kurtarmaya çalışıyor. Memleketi kim yönetiyor belli değil. Tüm bu şizofrenik türbülansın içinde ise, olan milletimize oluyor… Allah sonumuzu hayreylesin.
Bağımsızlık, hakikatin dile geldiği yerde başlar. Bay Kriz’in, doktorlarımıza haksız ve mesnetsiz saldırısının temelinde, aslında, sağlık sektörünü, yabancılara ve rantçılara, peşkeş çekmiş olduğu gerçeğini, saklama çabası var. Bugün milletimiz, eczaneye gittiğinde, ya ilaç bulamıyor, ya da fahiş zamlarla karşılaşıyor. Bunun başlıca nedeni de, ilaçta tamamen dışa bağımlı hale gelmemiz.
Çünkü Ak Parti iktidarı, Cumhuriyetin kurduğu ve Türk Milleti’ne ait olan, bütün değerleri elden çıkardığı gibi, geçmiş hükümetlerin, 1979 yılında açtığı, SSK İlaç Fabrikası’nı da, 2005 yılında kapattı.
Bu fabrika, ağrı kesiciler, ateş düşürücüler, antibiyotikler ve antiseptikler gibi, memlekete en çok ve en sık tüketilen ilaçların, kendi bünyesinde üretimine önem veriyordu. Kapatılmasıyla da, vatandaşlarımız, yabancı ilaç üreticilerinin insafına mahkum oldu. Yani insanlarımız, yabancı tekellerin elinde olan ilaç firmalarının kârı için, adeta kurban edildiler.
'Kötü bir haberim var: İstediğiniz sigortayı yaptırın, bizim için hiç fark etmez'
Bir diğer gudubet uygulama da, şehir hastaneleri. Şehir hastanelerini inşa eden ve işleten yandaş şirketlere, her yıl milyarlarca lira kira ödüyoruz. 2021 yılında, 14.3 milyar lira ödendi. Ayrıca bu hastanelere, tam 25 yıl garanti verildi. Üstelik bu garanti ödemeleri, döviz kurundaki değişikliklere göre güncelleniyor. Yani, Türk lirasında bu sene yaşanan ciddi değer kaybıyla birlikte, kira ödemeleri birkaç kat artacak. İşin acı tarafı da ne biliyor musunuz? Şehir hastanelerinin 3 yıllık kiralarıyla, yatırım maliyetleri karşılanabiliyor. 22 yıl boyunca ödenen kiralar da, şehir hastanelerini yapan ve işleten şirketlerin kârı oluyor. Yani, Türk doktorunun özlük hakları için kullanacağımız kaynağı, Türk Milleti’nin ilaç harcamalarını desteklemek için kullanacağımız bütçeyi, Sayın Erdoğan’ın rantçılarını zengin etmek için kullanıyoruz.
Bitmedi, dahası var. Rantın 5 atlısı, bir de gidip, utanmadan, Dünya Bankası’nın, yatırım sigortası birimi, MIGA’ya, sözüm ona yatırımları için, siyasi risk sigortası yaptırmışlar. Bu vesileyle, yolsuzluğu da sigortalamak mümkünmüş, onu da öğrenmiş olduk… Sigortada tarif edilen siyasi risklerden biri de kamulaştırma. Yani bu fevkalade zeki arkadaşlar, Ak Parti iktidarı sona erdiğinde, yaptıkları onca usulsüzlük ve yolsuzluk açığa çıktığında, yeni gelen hükümet, kamulaştırmaya başvurmasın diye, bu yola başvurmuşlar
Yalnız maalesef kendilerine kötü bir haberim var: İstediğiniz sigortayı yaptırın, bizim için hiç fark etmez. Yolsuzluk, her yerde yolsuzluktur. Usulsüzlük, her yerde usulsüzlüktür. Hırsızlık, her yerde hırsızlıktır. Hiç kusura bakmayın. İktidar geldiğimizde, ki aslanlar gibi geliyoruz; o hastanelerin sözleşmelerini, tek tek inceleteceğiz. İhalelerdeki usulsüzlükleri, sözleşmelerdeki hukuka aykırılıkları, şirketlerin, sözleşmelere uymayan işlemlerini, birer birer tespit edeceğiz. Ve uluslararası hukuku kullanıp, gerekirse tek taraflı olarak feshedeceğiz. Ondan sonrası, sizinle yolsuzluklarınızı finanse ettirdiğiniz, kredi kuruluşları arasında… Bizi ilgilendirmez.
İYİ Parti iktidarında; Bu milletin tek kuruşunun üzerine yatamayacaksınız. Buna izin vermeyeceğiz. O çok güvendiğiniz sigortalar, sizi koruyacak sanıyorsunuz, ama çok yanılıyorsunuz… İşte size, Rus oligarkların durumu… Bu aziz millet, sizden yeterince çekti. Artık biraz da sizin uykularınız kaçsın bakalım…
'Bay kriz bol varaklı koltuktan inecek'
Varsın onlar, Siyasi güçlerini muhafaza etmek için her türlü dümeni çevirsinler. Varsın onlar, Alıştıkları lüks hayatları sürdürmek için, her türlü çirkinliği yapsınlar. Varsın onlar, Kurdukları bu eğri düzeni, sürdürmek için, her türlü yalanı söylesinler. Yılmayacağız. Yorulmayacağız. Mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Çoğu gitti, azı kaldı. O sandık, milletimizin önüne, elbet gelecek. O sandık gelecek, ve bu arkadaşlar, milletimizin çelikten iradesiyle yüzleşecek. O sandık gelecek, Ve Bay Kriz, oturduğu o bol varaklı koltuktan inecek! İnanın Türkiye’yi, muazzam bir gelecek bekliyor. Bunu, bu ülkenin gerçek potansiyelini bilerek söylüyorum. Avrupa’da peşinden koşulan şartları, bu topraklara getireceğiz. Orada özenilen hayatları, bu topraklara getireceğiz. Oradaki satın alma gücünü, bu topraklara getireceğiz.
İYİ Parti iktidarında; İnsanlarımızın, memleketten ayrılmak için nedeni kalmayacak. Ama dönmek için, çok fazla sebebi olacak. Üstelik, uzak bir gelecekten de söz etmiyorum. İktidara geldiğimizin, ertesi günü, artık işlerin iyiye gittiğini, herkes hissedecek. İster çiftçi olsun, ister yazılımcı İster mühendis, ister öğretmen, ister sanatçı olsun…Herkes hak ettiği değeri, bu topraklarda bulacak. Hak ettiği fırsatları, bu topraklarda bulacak. Hak ettiği özgürlüğü, bu topraklarda yaşayacak. Onlar geldikleri gibi, tıpış tıpış gidecekler. Devri iktidarlarında kaçırdıkları, bu ülkenin yetişmiş insanları da, gittikleri gibi dönecekler!