- Haberler
- Reel Politik
- Özel, Erdoğan ve Bahçeli'ye yüklendi
Özel, Erdoğan ve Bahçeli'ye yüklendi
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 'Cunta' polemiğini bir adım öteye taşıyarak, 'Bu cuntanın karargahı Beştepe'dir!' dedi. Kendisini eleştiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yi de hedef tahtasına koyan Özel, Bahçeli'ye, 'Sandıksız Türkiye'ye destek mi oluyorsun?' diye seslendi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "Bu cuntanın karargahı Beştepe'dir. Mühimmat yalandır, iftiradır. 19 Mart sivil darbesi aynen 15 Temmuz darbe girişimi, 12 Eylül darbesi gibi milletin gönlünden asla ve asla destek görmemiştir. Tarih önünde de diğer darbeler gibi mahkum ve mahcup olacaktır" dedi. Proje okullarında öğretmenlerin görevden alınmasını ve liselilerin eylemlerini de gündeme getiren Özel, "6 bin başarılı öğretmeni okullarından koparıyorlar, öğrencilerinden koparıyorlar ve bu Yusuf Tekin kanuna geçen senelerde koyduğu, bizim Anayasa Mahkemesi'ne taşıdığımız bir yetkiyi kullanarak, ölçmeden, değerlendirmeden, sınava sokmadan, başarısına bakmadan bakan kararıyla 6 bin öğretmeni atıyor, yerine 6 bin öğretmen getiriyor. Ortak özellik; gidenler liyakatli, çalışkan, disiplinli ve aydın, Atatürkçü öğretmenler. Gelenlerin ortak özelliği; tek bir yandaş sendikadan gelen, itaat dışında bir özellikleri olduğunun belgelenmediği, bilinmediği, tecrübesiz öğretmenler. Mutlaka içlerinde, alanlarında iyi olanı vardır. Yap sınavı, yarışsınlar" ifadelerini kullandı. Konuşmasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye de yüklenen Özel, "Biz terörsüz Türkiye'ye destek oluruz. Ama soruyorum Sayın Bahçeli, sandıksız Türkiye istiyorlar. Ona destek mi oluyorsun yoksa gelip demokrasinin yanında mı duruyorsun? Bunu bir bana söyle, bir görelim bakalım" dedi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında gündemi değerlendirdi. Özel'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Konuklarımızı selamlarken bir haber geldi. Grup toplantımızda ifade ettiğimiz, çarşamba günü, ertesi gün, 19 Mart'ta, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi diploma konusunda karar verecekti. Sayın İmamoğlu'nun diplomasının iptaliyle ilgili. Ama kararı bir gün önce duymak istedikleri duyumları geliyordu. Fakültenin dekanını "Ben böyle bir şey yapamam." dedi diye görevden almışlardı.
Fakültede, lazım olan yönetim kurulundaki 7'de 4'ü bulamadıklarını, 2'de kaldıklarını salı günü öğrendiler. İftar saati yaklaşırken, ki ben haberi aldıktan yarım saat sonra şehit aileleri ve gazilerimizle, tarih 18 Mart, iftar yemeğine gittim. İlk açıklamaları da orada yaptım. Diplomayı 19 Mart'ta İşletme Fakültesinin iptal etmeyeceğini görünce, iftar saatine doğru apar topar İstanbul Üniversitesi'nin yönetim kurulunu topladılar. Bu kesinlikle seçilmişlerden oluşan bir senato gibi üniversite adına karar verebilecek bir yapı değil. Ve oradan diplomanın iptaline karar verdiler. O andan itibaren, 4 haftadır, 28 gündür, birazdan farklı farklı noktalarına temas edeceğim, olağanüstü bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. Aslında, Esenyurt Belediye Başkanımıza kayyum atanıp Beşiktaş Belediyemize haksız operasyonun olduğu gün, parti meclisimizi, il başkanlarımızı, grubumuzu İstanbul'da toplayıp, İstanbul İl Başkanlığının önünde, değerli basın mensuplarının, "Gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?" sonucuna, sorusuna "Savaş ilanı olarak görüyorum." demiştim. "Ne cevap vereceksiniz?" sorusuna da "Savaş ilan edilmiş bir yapı, bir kişi ne cevap verirse, hiç merak etmeyin, o cevabı vereceğiz." demiştim.
Yine bu kürsüde, 18 Mart'tan 3 hafta önce, biz erken seçimin adayı erken ilan edilir, bunun için ön seçime gitmeye karar verdiğimizde ortaya çıkan bir bütün davranışları okuyup, yani bir yandan diploma iptali için başvuru, bir yandan 5 davada 25 yıl hapis ve siyaset yasağı istemi, bir yandan yürüdüğünü duyduğumuz, şimdi gördüğümüz, MASAK'tan terör ya da mali suçlardan yürütülen 2 operasyon.... Be demiştim ki: Bir darbe mekaniği işliyor ve bu darbe mekaniği İstanbul'un seçilmiş belediye başkanına darbe yaparken aynı zamanda bundan sonraki cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı adayımıza bir darbe girişimi hazırlığıdır. Buna karşı, bu mekaniğin işlediğini biliyoruz, kalkışanları uyarıyoruz ve buna normal bir tepki vermeyeceğimizi ifade etmiştim.
"Darbeyi püskürten milyonlara yürekten teşekkür ediyorum"
İşte ben şimdi buradan, Cumhuriyet Halk Partisi grubundan, 19 Mart günü Türkiye'nin bir sonraki cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı adayımıza, Ekrem İmamoğlu'na karşı girişilen darbe girişimini, 19 Mart'la 26 Mart arası, iki çarşamba arasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni bir kayyıma teslim etmemek için her gece yüzbinler, milyonlar olup Saraçhane'de direnenlere, 23 Mart'ta adayımız tam da sandıkların, oylamanın başlayacağı sırada 4 gün gözaltında tutulup hakim karşısına çıkarılmışken 1 milyon 750 bin üyemizin yüzde 93'ünün sandığa koşmasına, "Yetmez, haberdar et, eşlik et!" sloganıyla komşusunu haberdar eden, oy kullanmaya teşvik eden, sandığa kadar eşlik eden bütün üyelerimize ve Cumhuriyet Halk Partisi üyesi olmadığı halde, bazısı bize o güne kadar hiç oy da vermediği halde, yapılan darbe girişimini görüp bir pazar sabahı uyanıp sokaklara dökülüp, iki elindeki bastonuyla, 90'lı yaşlarında, 100'lü yaşlarında, karnında evlatlarıyla Atatürk'ün bize emanet ettiği demokrasiye, cumhuriyete, İsmet Paşa'nın emaneti çok partili demokrasiye, kazananın gelmesine kaybedenin gitmesine, milli iradeye sahip çıkan milyonlara, o günden bugüne de, o günden bugüne de gerek meydanlarda gerek sandıklarda gerekirse bu haksızlığa karşı cesaretle, cesaretle nereye çağırırsak oraya koşup gelen ve iradesine sahip çıkan milyonlara, bu muhteris, kendilerine oy verince kendilerini baştacı yapan, başkasına oy verildiğinde milli iradeyi hiçe sayan bu bir avuç muhteris cuntacıya karşı yaptıkları darbeyi püskürten milyonlara yürekten teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar.
Buradan sonra artık bir darbe girişimiyle karşı karşıya olduğumuzu, darbelerin asker yaparsa askeri darbe, bugünkü gibi siviller yaparsa sivil darbe olduğunu biliyoruz. Her darbenin başında bir cunta vardır. Bu cuntanın karargahı Beştepe'dir, saraydır. Her darbenin elbette silahları vardır. Askerse tanktır, tüfektir. Bugünkü gibi sivil darbenin silahı yargıdır. O silahların mühimmatı vardır. Askeri darbede kurşundur, mermidir. Bugünkü yargı darbesinde mühimmat yalandır, iftiradır. Yalanla iftirayla yürüyen, birisinin talimatıyla, yargı eliyle yürüyen 19 Mart sivil darbesi aynen 15 Temmuz darbe girişimi ya da 12 Eylül darbesi, 12 Mart darbesi, geçmişte 1960 darbesi gibi milletin gönlünden asla ve asla bir destek görmemiştir. Tarih önünde de diğer darbeler gibi mahkum ve mağlup olacaktır. Söyleyene kızıyorlar. Öne gelene terörist diyenler, hiçbir kanıt yokken insanlara hırsız diyenler, yolsuz diyenler şimdi işin adı konulunca kızıyorlar. Vallahi her darbenin başında bir cunta vardır. O cuntanın da bir başkanı vardır. Son genel seçimlerde aldığı oylarla, YSK'nın onayıyla, verilen mazbatayla gelip mecliste ettiği yeminle, içtiği antla cumhurbaşkanı ünvanını alan Recep Tayyip Erdoğan, 19 Mart'tan sonra cunta başkanı ünvanını almıştır. Cuntanın başıdır.
Diploma iptalinde TÜGVA detayı
Ve biraz önce ifade ettiğim her şeyin somutlaştığı, darbenin ilk adımının atıldığı, açıkçası 19 Mart günü öğlen saatlerine planlanmış darbede, yani 19 Mart günü iptal edilecek diplomayla başlayacakken aynı 15 Temmuzcuların telaşıyla darbeyi bir gece önce, 18 Temmuz'a çekip iftar vakti İstanbul Üniversitesi'nin yönetim kurulunu topladılar ve diplomayı iptal ettiler.
Diploma iptalinin altında imzası olanları tek tek irdeliyoruz. Bakın, bir tanesini kazıyınca konservatuvar hocası. Kazıyorsun, Sakarya Belediyesi'nde Kültür Daire Başkanı. Kazıyorsun, TÜGVA, TÜGVA eğitmeni. Kazıyorsun, kendi diplomalarında şaibeler var, tartışmalar var. Bakıyorsun, diploma iptaline, İşletme Fakültesi'ne imza attırmayanlar TÜGVAcı'yı İstanbul Üniversitesi'nin yönetimine atamışlar. O TÜGVAcı diploma iptaline imza atmış. Şimdi usulen de esasen de hukuksuz bu süreç Ekrem Başkan'la beraber kendi fakültesinden, İstanbul Üniversitesi'nden 28 kişinin de diplomasının iptaline sebebiyet verdi. Bunlardan bir tanesi Galatasaray Üniversitesi İşletme Bölüm Başkanı. Sorbonne Üniversitesi'nden doktoralı bir profesörün diplomasını da iptal edip "Bugünden kelli sen artık lise mezunusun." dediler. Bir hukuk devleti düşünün ki, bunların gözü dönmüşlüğünü dönüp de sürdürmeye kalksa birileri, o hocanın dersine girdiği ve onun üzerinden diploma alan binlerce, on binlerce öğrencinin diplomasını sakatlıyorlar.
Bir gözü dönmüşlükle Ekrem İmamoğlu'nun diplomasını "İptal edin!" diye yolladıkları yazıya şunu koymuşlardı: "Acele edin! Bu diplomalar resmi işlemlerde kullanılıyor. Ayıptır söylemesi 31 yıldır. YSK dahil birçok yere verilebilir." Yani diyor ki: "Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olabilir. Bu diplomayı hızla iptal edin!" Şimdi bu gözü dönmüşlerin bu ülkeye yaptığının sonuçlarını çekiyoruz. Örneğin Mehmet Şimşek dünyayı geziyor, Türkiye'ye yatırımcı davet ediyor. Türkiye'ye para gelmesini, yabancı sermaye gelmesini istiyor.
Yetmez, Türkiye'ye güven vermesi lazım ki buradaki sermaye, yerli olsun yabancı olsun, dışarı kaçmasın. Ama bir yandan bu işler oluyor. Bütün dünya soruyor. 2019'da Türkiye'nin en büyük şehri, dünyanın en bilindik metropolünde seçim kazanıldı, mazbata iptal edildi.
Aynı kişi üstüne iki seçim daha kazandı. Bu sefer 31 yıllık diploma iptal edildi. Daha mahkemeler görülüyor. 24 tane şirketin İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilişkili ihale almış ya da Ekrem İmamoğlu'nun çevresindeki kişilerin, öz babasının 35 yıllık şirketi, Ekrem İmamoğlu'nun etrafında olduğu için göz diktiklerinin 65 yıllık şirketlerine, mal varlıklarına el konuluyor ve kayyım atanıyor. Oysa daha soruşturmanın başındayız, kovuşturmanın başındayız. Suçlu ilan edilmiş değil kimse, kimsenin suçu ispat edilmiş değil ama yandaş kayyumlar eliyle o şirketlere ne hal olacak? Belediyelere, ikisine kayyım atadılar. Diğerlerine atamadılar ama yüz binlerce billboarda kayyum atadılar. Yani kendi rejimlerinin reklamını yapmak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kiraya verdiği, üzerinde reklamlar yayınlanacak olan, oradan kent lokantasına çorba olacak olan, oradan anne kartı olacak olan, çocuğa süt desteği olacak olan kaynaklara el koymaya, onları kendi lehlerine kullanmaya çalışıyorlar. Şimdi devletin verdiği tapunun, devletin verdiği diplomanın, devletin verdiği şirket ruhsatlarının, kazanılmış seçimin mazbatasının yok sayıldığı yerde nerede hukukun üstünlüğü? Nerede mal güvenliği? Bu devletin hangi verdiği kağıda güvenecekler? Bu devletin hazine bonosuna, bu devletin garanti ettiği şirketlerin hisse senedine nasıl güvenecekler?
İşte bu yüzden, tam da bu yüzden, 19 Mart darbesinden sonra Mehmet Şimşek 45 milyar doları, yani 1 trilyon 700 milyar lirayı cayır cayır yakmak zorunda kaldı döviz daha fazla yükselmesin diye. İşte 19 Mart darbesinin maliyeti. 45 milyar dolar rezerv yakıldı. Borsada 31,5 milyar dolar zarar yazıldı. Türkiye'nin risk primi yüzlerin altında olması gerekirken benzer ekonomilerde 371'e yükseldi. Bakanlık da borçlansa, belediye de borçlansa, şirket de borçlansa risk primi, yüksek risk primiyle 10 yıl geriye dönük, 10 yıl ileriye dönük ödeyeceğimiz faizler boşu boşuna katlandı. Basit hesap, her vatandaşın cebinden şimdilik 20.000 lira çıktı. Bu darbenin Türkiye'ye toplam maliyetinin bu salondaki herkesin cebinden aldığı para 20.000 lira. Türkiye'de dün gece doğmuş bebeğin de cebinden 20 bin lira aldılar, 90 yaşında ninenin de cebinden 20.000 lira aldılar. Bütün emeklilerin, bütün memurların, bütün asgari ücretlerin, bütün esnafların, bütün köylülerin, bütün gençlerin cebinden sırf bu operasyonda 20 bin lira aldılar.
İmamoğlu'nun tutuklanması ve ekonomik kriz
Darbeden önce, yani bundan 4 hafta önce asgari ücret 6,5 gram altın alıyordu. Bugün 5,5 gram altın aldılar. Sadece asgari ücretlinin maaşı üzerinden kaybı 4.000 liradır, 1 gram altındır. Sadece maaşı üzerinden. Hepimize düşen toplam maliyetin onun başına düştüğü, toplamda kaybedeceğimiz 20.000 lira dışında 1 gram altın her bir asgari ücretlinin kaybı vardır. "En düşük emekli aylığını asgari ücrete çıkarın!" demiştik. "Para yok!" dediler. Buradan söyledik. Bir yıl önceki 33 milyardı. İnce hesap yaptılar, "100 milyar TL lazım." dediler. Bugün 14.000 lira alan her emeklinin 22.000 lira alması için 100 milyar lazımdı. 17 katını Ekrem İmamoğlu korkusu için yaktılar. Bütün emeklilere sesleniyorum: Her biriniz bir asgari ücret alabilirlerdiniz. "Bu para yok!" dediler, 17 katı varmış. O parayı cayır cayır yaktılar. Ama Mehmet Şimşek'e sorunca "Bu rezervler bu günler için biriktirildi." diyor. Yani bu ülke parayı emeklisine yüksek maaş vermek için, asgari ücretlisini böyle açlık sınırı, bakın, yoksulluk sınırı 70.000 liraya yakın. Açlık sınırının altında işçi çalıştırıyoruz. Bu paralar onlar için değil. Bak, birazdan söyleyeceğim. Cayır cayır yandı Türkiye'nin her yerinde. Tüm tarlalar, tüm ağaçlar don oldu. Bu rezervler, bu paralar onlar için değil. Öğrenciler, burs parası, bundan yıllar önce verilenin beşte biri kadar altın üzerinden öğrencilere burs ver. Bu para onlar için değil. Yurt yap, bu para onlar için değil. Bu para ne için? Bu para Tayyip Erdoğan'ın rakibini ekarte ederken dünyanın önünde, "Korkuyor ya millet! Durulmaz bu ülkede!" diyor ya, diplomayı iptal ediyor 30 yıl sonra. Benim paramın garantisi yok. Alıyor parayı, alırken dolar fırladığı için onu bastırmak için. Çıkıyor dışarıya.
"Mehmet Şimşek'in yaktığı para 1,7 trilyon"
Bu paniği önlemek, doları bugünkü fiyatında değil de 80 lira olmasını önlemek için bu rezervleri yakıyor. Yapmasaydın bu işi! Girmeseydin bu kumpasa! Yapmayaydın bu darbeyi! Bu parayı emekliye vereydin, asgari ücretliye vereydin, ürünü yanan çiftçiye vereydin, destekleme diye vereydin. Yok, hayır. O yüzden bu darbenin çok ağır maliyeti vardır. Bunu mecliste arkadaşlarımız, bu kürsüde ben, Anadolu'da meydan meydan, İstanbul'da meydan meydan hem darbeyi hem darbeyi hem demokrasiyi savunacağız hem de bunların bu millete, para bulamadıkları bu millete, Erdoğan'ın rakibini saf dışı etmek için nasıl para bulduğunu, nasıl yaktığını, nasıl yalancı olduklarını teker teker anlatacağız. Elektriğe %25 zam. Para kime gidecek? Tamamı özelleştirilen dağıtım şirketlerine. Peki bu verilen para, bu verilen para bir aylık zammın kaç katı? 340 katı. Bu verilen para Türkiye'de elektriğe gelen zammın bir yıllık tutarının 28 katı. Bu verilen para Türkiye'de hepimizin birden, konutu, kamu daireleri, sanayisi, tarımı hep birlikte yaktığımız elektriğin, bir yıllık elektriğin 7 katı. 7 yıllık elektrik yakmak. 7 yıl fabrikalar, tarlalar, konutlar, okullar, devlet daireleri elektrik yaka yaka, 7 yıl yakacak, 19 Mart darbesinde yaktıkları kadar para edecek.
Şimdi o gün darbeyi yapıp millete yüzde 25 zam yüklüyorlar. Bunları milletin görmesi, bu gözü dönmüşlüğün milletin görmesi gerekiyor ve açıkça ifade etmek lazım ki milyonlar "Direne direne kazanacağız!" diye meydanları inlettirken "Biz o parayı bu günler için bulduk." diyen Mehmet Şimşek'in gerçek yüzünü bundan sonra para bulmak için gittiği her yerde ve gezdiği her yerde yüzüne, karşısına söylenecek olan şu: "Kendin söyledin."
"Topladığın paraları Türkiye'nin demokrasiden otokrasiye geçmesi sırasında kullanmak için biriktirmişsin"
Sen buradan topladığın paraları Türkiye'nin demokrasiden otokrasiye geçmesi sırasında kullanmak için biriktirmişsin. Buradan ilan ediyorum: Bir darbe vardır. Başında bir cunta vardır. Cuntanın başı Recep Tayyip Erdoğan'dır. Cuntanın mali ayağının sorumlusu Mehmet Şimşek'tir, hesap verecektir. Cunta darbeye odaklanmış. Bir yandan Türkiye yanıyor. Malatya'da kayısı yanıyor, Manisa'da üzüm, Türkiye'nin dört bir yanında kiraz, şeker pancarı, ceviz, narenciye, çay, fındık, aklınıza ne geldiyse, hangi ürün geldiyse bir gecede, iki gecede dondan yandı. Öyle bir noktaya geldi ki narenciye üreticileri perişan oldu. Öyle bir noktaya geldi ki çiftçiye geçen yıl 178 milyar hak ettiği desteklemeyi vermemişlerdi. Verdikleri çok daha azdı. Hak edilen 178 milyarı vermemişlerdi. Bu don çiftçiyi yakarken Mehmet Şimşek'in yaktığı para 1,7 trilyon.
Baktım. Hepinizin sosyal medyalarına baktım. Don olmuş bütün CHP milletvekilleri. Nasıl yetiştiniz? Birisi kayısı bahçesinde, biri narenciye bahçesinde, biri üzüm bağında, biri cevizci ağlıyor, onu dinliyor. Öbürü, bir başka üreticinin sorununda. Birisi Antalya'da domates üreticisinin yanında. Bir yandan Saraçhane'de, bir yandan Maltepe'de, İstanbul'un bütün ilçelerinde, Esenyurt'ta, benimle birlikte Samsun'da, burada, Meclis'te iklim kanununa direnirken, don düşünce, donun, don düştükten ve orada herkesin canı yandıktan sonra, saatler içinde oraya giden grubumun her birinin teker teker alnından öpüyorum. Milletvekili budur! Salon adamları, salon adamları atadıklarına kendilerini alkışlatırken, milletin vekilleri kendini seçenlerin yanında. İşte gerçek siyaset budur! Mücadele budur! Cuntanın, sonunun geldiğinin göstergesi de milletin gönlüne girmiş hem Ekrem İmamoğlu'dur hem CHP grubudur.
8 lira olmuş domatesin fiyatı, üretici satarken. Maliyeti 20 lira, markette 50 lira. Bu düzene, bu düzene isyan ederken Antalya'nın tüm milletvekillerimiz hep bu isyanı dile getirdiler bu hafta. Bize ulaştılar, dediler ki: "Don herkesi yaktı, ama Antalya'da domates üreticisi, ihracatçı perişan oldu." Hepsinin birden, hepsinin birden, bütün gücümüzle hem Meclis'te savunmaya, bu konuda önergeler vermeye, kanun teklifleri vermeye, hem sahada hem burada Meclis'te olmaya ve bu bir büyük mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz. Karşımızda milletten kopmuş kötü bir akıl var. Kötü bir niyet var.
Karşımızda devleti, içinden adaleti çektiği için çeteye dönüştürmüş bir yapı var. Devlet, para toplayan, silah taşıyan, insanları hapse atan bir yapıdır. Ama adaletle yönetildiğinde senin benim malımın güvencesidir o hapishaneler. Hırsızı koyar, gerçek hırsızı. Belinde taşıdığı silah, senin silahsız gezmene, çoluğunun çocuğunun güven içinde yaşamasına, sokaktaki kadının korkmadan yürümesine katkı sağlar. Para toplar, onunla yoksula sahip çıkarsa, topladığı para bir zorbalık değil, topladığı para karşı tarafı tehdit ile elinden aldığı bir para değil, kazananından çok aldığı, az kazananından az aldığı, kazanamayanından almadığı adil bir vergiyse, devlet adilse vergide ve hizmette, o parayla yaptığı hizmetler işte devleti devlet yapar. Devletin içinden adaleti çekince, zengin 43 firma 1 lira vergi vermezken hepiniz, Türkiye'deki emeklileri, asgari ücretlileri, çalışanı işsizi %68'le dolaylı vergi. Yani fabrikanın patronuyla bekçisi mazota aynı vergiyi, elektriğe aynı vergiyi, süte, ekmeğe aynı vergiyi verdiği için, devletin içinden adaleti çekince, adaletsiz bir vergi sistemi. Devletin içinden adaleti çekince belinde silah olan, elinde kalkan olan bu milletin evladı polisi bu milletin sabilerine, suçsuz öğrencilerinin karşısına diken, devletin içinden adaleti çekince o öğrencileri bir gün bile yatağı yokken alıp hapse koyan ve bayramı, bayramı, belki bir dahaki bayram elini öpemeyeceği anneannesinden, babaannesinden, dedesinden, annesinden, küçücük kardeşinden ayrı geçirip ibret-i alemlik yapan, bir gün bile yatmayacaklarını bile bile koca bir bayram onları Silivri'de yatıran, ilk günler adli koğuşlarda yattıklarında ailelerinin uykularını kaçırtan bu iş, devletin içinden adaleti çekince devleti çeteye döndürüyor. Atatürk'ün kurduğu, hepimizin saygı duyduğu, çağırdığında askere gittiğimiz, gerekirse canını verdiğimiz, kolumuzu verdiğimiz, istediğinde vergisini verdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bu suç örgütünün elinden kurtarıp, çeteleşmekten kurtarıp adil, demokratik, güçlü bir hukuk devleti yapana kadar durmayacağız, durmayacağız, durmayacağız!
"Karşımızda milletten kopmuş kötü bir akıl var"
Karşımızda milletten kopmuş kötü bir akıl var. Kötü bir niyet var. Karşımızda devleti, içinden adaleti çektiği için çeteye dönüştürmüş bir yapı var. Devlet, para toplayan, silah taşıyan, insanları hapse atan bir yapıdır. İşte, işte bunların elindeki devlet kadını başka bir gözle görüyor. Futbol takımlarını vermiş erkeklerin eline, pankartları doğumun nasıl yapılacağını söylüyor. Kardeşim! Kardeşim, kadının, kadının kaç çocuk olacağı, doğuracaksa nasıl doğuracağı, nasıl büyüteceği, kadının nasıl giyineceği, ne yiyeceği ne içeceği, ne kadar güleceği, kadının bileceği iştir. Bu konuda laf söylemek hiç kimseye düşmez! Hiçbirimize düşmez. Kadınların yerine konuşmaya, karar vermeye son verin artık. İnsanı erkek olduğundan utandırıyor bunlar, o kadar söylüyorum.
Sinem Dedetaş hakkındaki iddialara tepki
Ayrıca, ayrıca kadına karşı saldırının tümleşik hâli, zihniyet, soruyorlar bakana. Sağlık Bakanı, "Maçı bir tek erkekler mi izliyor?" diyor. Esas orada, esas orada meselenin ne olduğunu, verdiği mesajı, o kötü mesajın esas hedeflemesini dahi anlamamış. Daha doğrusu, ona yaptıran akıl, onun aklının buna ermeyeceğini bildiği için ona konu hakkında bilgi dahi vermemiş. Ama işin kötüsü şu, bir de bunun somutlaştığı yerler var. Ne oldu? Üsküdar Belediye Başkanımız Sinem Dedetaş'a, bu AK Parti'nin, bu AK Parti'nin yerine yazan, çizen, konuşan, icabında haber verdirdiği, darbeden 4 ay önce darbenin geldiğini bildiklerini, sustuklarını, tavukların tüyleri çıktıktan,, sayılacağını söyleyen kişi, yani bu bilgiyi bilen, yazan, söyleyen, her fırsatta AK Parti'yi öven kişi Üsküdar Belediye Başkanımıza, canımız kardeşimize, gencecik evladımıza, Üsküdarlı'nın AK Parti'yi elinden alıp, AK Parti'nin elinden alıp bu iyi yetişmiş, çalışkan, üretken, başarılı yönetici Sinem Dedetaş'a teslim etmiş. Buna, buna, orada yapılan hizmetlere, ankette çıkan muhteşem memnuniyet oranına rağmen dönüp cinsiyetçi bir yaklaşımla hakaret etti utanmaz. Devamında Bahçelievler Belediye Başkanı olacak Arslanmaz kadın belediye meclis üyemiz Bahar Günçiçek kardeşimize ağır ithamlar, hakaretlerde bulundu. Yetmedi, yetmedi. İzmit Belediye Başkanımız Fatma Kaplan Hürriyet'e hakaret ettiler. Yanıtını aldılar ama utanmazca hakaret ettiler. Bir ses duyan var mı AK Parti'den? Bir ses!
Hatırlayın, Kadıköy Belediye Başkan Vekilimiz, geçmişi tertemiz, iyi bir hukukçu, Ramazan günü bir kadın belediye meclis üyesi gerçekten sabırları zorlayacak işler yapıyor ama söze saygılı olmak lazım. Burasına geliyor, diyor ki: "Ya şunu dışarı çıkaralım artık ya. Allah aşkına!" diyor. Bakın bu, bunun üzerine dünya kadar tweet, dünya kadar saldırı, başsavcılık, Anadolu Başsavcılığı gitti evden polisle getirdi ve adli kontrol şartıyla bıraktılar bunu söyleyen belediye başkan vekilimizi. Halkı kin ve nefrete bulaştırmak, onu yapmak, bunu yapmak yazmış durmuş. Burası hukuk devleti olsa, AK Partili, MHP'li vicdanı olan herkese söylüyorum, vicdanı olan herkese.
Madem ki hukuk devleti var, eşitlik var, "Şunu çıkaralım artık dışarı, Allah aşkına!" diyeni polisle alıp mahkemeye çıkaracaksın, hakkında soruşturma başlatıp dava açacaksın. Ağza söyleyemeyeceğim ifadelerle kadın belediye başkanımızı taciz edene, kadın belediye meclis üyemize hakaret edene, kadın belediye başkanımıza hakaret edene tık demeyeceksiniz. Bir tweet görmedim yahu! Bu kadar mı organize bir kötülük içinde olabilir bir partinin yönetimi? Bir bakandan, bir milletvekilinden, bir kadın milletvekilinden, kadın kollarından bir tweet görmedim. Biz ne yapmışız? Olayı duyduğumuz anda tedbirli olarak disipline vermişiz. Vallahi, vallahi, hani üzüm üzüme baka baka kararacak olsa, "Tencere dibin kara, seninki benden kara." olsa, vallahi billahi belediye meclis üyemize ayıp etmişiz, yazık etmişiz ya. Ayıp etmişiz, yazık etmişiz. Ve şunu söylüyorum: Kadıköy'deki kadın belediye meclis üyesinden AK Parti'nin üzüntülerimi bir kez daha ben iletiyorum.
Ama yetkimiz varsa dosyayı geri çekelim arkadaşlar, yoksa da bu kadar cirkin pisliğin karşısında arkadaşımızı da asla ve asla cezalandırmayalım. Yeter yahu! Yeter. Utanmaz adamlar! Utanmaz adamlar! Biriniz bir tweet atın ya! Bunların çocukları var, eşleri var, anneleri var, babaları var ya. Çıkıp size hakaret helal, bize "Öf!" demek haram, öyle mi? Size her türlü kötülük mübah, bize ne yaparsak yapalım yasak, öyle mi? Yok öyle kolay siyaset! Yok öyle kolay siyaset! Bu milletin yakasından düşeceksiniz.
"AK Partili'nin annesine laf edilirse o küfrü kendi anama sayarım"
Ben yine bir AK Partili'nin annesine laf edilirse o küfrü kendi anama sayarım. Ben yine bir MHP'liye eşine bir şey yapılırsa, söz edilirse o küfrü eşime yapılmış sayarım. Birisinin çocuğu üzülürse kendi evladıma yapılmış sayarım. Bizim duruşumuz budur. Ama karşımızdakiler bu kadar artık utanma duygusunu kaybetmiş, onuru evde bırakmış, bu kadar basitleşmiş adamlara karşı söyleyeceğim şudur: Düşün yakamızdan, başka bir şey istemiyoruz sizden.
Proje okullarında öğretmenlerin görevden alınmasını eleştirdi
Bir yandan da darbe üniversitelilere saldırdı, cevabını aldı. Ekrem İmamoğlu'na saldırdı, cevabını aldı. Şimdi liseli saldırıyor. Hani diyorlar ya: "Türkiye'yi karıştırmak mı istiyor Cumhuriyet Halk Partisi?" E bir bakın, ilk adımları kim atıyor? Liseleri karıştıran ben miyim yoksa durduk yerde bu proje okullarına saldıran bu geri kafalı Milli Eğitim Bakanı mı? Bakın, şu kadarını söyleyeyim. Bir, geçmişte şikâyet ettikleri ikna odalarını telefon hatlarından kurmuşlar. Yüz tanıma sistemiyle eylemlere katılan üniversitelilerin ailelerini arıyorlar. "Çocuğunuzun görüntüleri elimizde, bir daha eylem yaparsanız" diye, giderse diye tehdit ediyorlar. Şimdi liselerden çekmişler ki 18 yaşından küçük çocuklar. Onların görüntüsünün çekilmesi de işleme alınması da fevkalade hassas ve tehlikeli işler. Aileleri arıyorlar, "Falanca okuldaki öğrenci bahçede eyleme katılmış, okuldan atılır, diploması yakılır." diye tehdit ediyorlar. Geçmişin ikna odalarını dijital sisteme çevirmişler. Ve proje okul, 2014'te "3-5 okul yapacağız, proje okul yapacağız." diye başlamışlardı, bugün 2153 okul var. Proje okullar, şu anda 85.000 öğretmen çalışıyor proje okullarında.
Ve bu proje okullar her ilin, her ilçenin geleneği güçlü, geçmişi başarılarla dolu, tanınan, bilinen en başarılı okulu. Bu okullara girmek için en yüksek puanları alman lazım. Öğrencinin en iyisi orada, öğretmenin de en iyisinin orada olması lazım. Liyakat esaslı bakmak, sık sık o öğretmenlere meslek içi eğitime almak, sınavlara tâbi tutmak, başarı puanları vermek ve o öğretmenleri hem öğrencilerle uyumlu, çağa uygun yetiştirmek, yetkinliklerini geliştirmek hem de istikrarlı olarak o okullarda tutmak lazım. Eskiden öğretmenler 20 yıl başarılılarsa bu okullarda kalabiliyorlardı. Geldiler 2020'de bunu 4+4 yıl, 4 yıl, sonra uzatılırsa bir 4 yıl daha yaptılar. Ve Yusuf Tekin dün yaptığı açıklamada 6 bin öğretmenle sınırlı olduğunu söylüyor. 6 bin öğretmeni, 6 bin başarılı öğretmeni okullarından koparıyorlar, öğrencilerinden koparıyorlar ve bu Yusuf Tekin kanuna geçen senelerde koyduğu, bizim Anayasa Mahkemesi'ne taşıdığımız bir yetkiyi kullanarak, ölçmeden, değerlendirmeden, sınava sokmadan, başarısına bakmadan bakan kararıyla 6 bin öğretmeni atıyor, yerine 6 bin öğretmen getiriyor. Ortak özellik; gidenler liyakatli, çalışkan, disiplinli ve aydın, Atatürkçü öğretmenler. Gelenlerin ortak özelliği; tek bir yandaş sendikadan gelen, itaat dışında bir özellikleri olduğunun belgelenmediği, bilinmediği, tecrübesiz öğretmenler. Mutlaka içlerinde, alanlarında iyi olanı vardır. Yap sınavı, yarışsınlar. Bir tecrübe koy, önce bir yerde hazırlansınlar. Ama sırf yandaş diye bu öğretmenleri getiriyorlar. Ben Bornova Anadolu Lisesi'ne gittim 10 yaşında. O okula çocuk girdim, üniversiteyi kazanmaya aday bir öğrenci olarak mezun oldum. O okuldaki öğretmenlerimi bu sene bütün öğretmenlerle bir 24 Kasım'da Anıtkabir'e çağırdım. Anıtkabir'de gelen öğretmenlerimden CHP üyesi olan da vardı, eski MHP'de, emeklilikten sonra ilçe başkanı olup şimdi İyi Parti'de siyaset yapan da vardı. Okul zamanı ne partisini biliyorduk ne görüşünü biliyorduk ama en iyi dersleri, en iyi eğitimi onlardan alıyorduk. Devlet dediğin 10 yaşındaki sabinin karşısına koyduğu öğretmenin liyakatiyle ilgilenir, sadakatiyle ilgilenmez. O okul, parasız yatılı okul. Devlet ekmeğiyle büyüdük, buraya geldik. Ömrüm boyunca ilkokulu devlette okudum, ortaokul, lise devlet parasız yatılı bursuyla okudum, üniversiteyi devlet üniversitesinde okudum, evladım devlet okullarında okudu, bitirdi, askerliği uzun dönem yaptım. Geldim, kendi işimde gücümdeyken siyasete girdim, mesleğe girdim, buraya geldim, ana muhalefet lideri oldum. Bildiğim bir şey var: Devlet adilse, şefkatliyse kendine düşman yaratmaz. Benden ve benim gibi bu salondaki herkesten, devletin adil ve şefkatle yaklaştığı kimseden ne terörist çıkar ne hain çıkar. Ama geçmişte Atatürk'ün mozolesinin önünde nümayiş yapanların avukatlarından, Sivas'ı yakanlara avukatlık yapanları buraya taşıyanlardan, geçmişte İstiklal Marşı okunurken yerinde oturanlardan bugün yerli ve milli bir iktidar çıkmaz. Çıksa çıksa bunlar gibi devletin de milletin de başına büyük bir bela çıkar. Hep beraber kurtulacağız inşallah.
"Geçmişte 6. Filo gelince onu denize döken bizim büyüklerimizdi..."
Bir tek şey söyleyeyim. Biz, biz Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı, 3. genel başkanımız Bülent Ecevit Yaser Arafat'la nasıl bir ilişki kurduysa Filistin'le öyle ilişki kuran bir partiyiz. Ve biz Deniz Gezmiş ve arkadaşları Filistin davasında ne kadar samimi, ne kadar cesursa o çizgide duran aslanlar gibi Türkiye'nin solcularıyız, sosyal demokratlarıyız. Çizgimiz belli. Geçmişte 6. Filo gelince onu denize döken bizim büyüklerimizdi. Onu karşılayan, onu beklerken ona doğru namaz kılanlar şimdi geçmişler, uzun süre Filistin davasını savunur gibi yapmışlar. Bugün CHP yine 6. Filo'ya karşı duran gençlerin durduğu yerde. CHP yine Filistin Kurtuluş Örgütü'nün, Filistin'in davasının, 1967 sınırlarının, iki başkentli Kudüs'ün, bağımsız Filistin'in arkasında. Burada Trump'ın aldığı pozisyonla, pozisyonda şudur: "Gazze güzelmiş ya, iyiymiş, sahil. Oraya güzel konutlar, oteller yapacağım." Hikâye, onu yapacak da hemen önündeki denizde Avrupa'ya 100 yıl yetecek hidrokarbon var. Oraya çökmeye gidiyor. "Filistinlileri" diyor, "etrafa dağıtalım 5-6 ülkeye." Biri de Türkiye. Ve "Orası boşalsın, çok değerli olsun, orası benim olsun." diyor. Tehcir, insanları oradan sürmeye kalkıyor ve bu iktidar güya Filistin davasına sahip çıkması gereken, ben bu hafta sonu Filistin'in onurlu davasına destek için toplanan ve kendi görüşlerini ifade eden muhafazakâr Müslüman kardeşlerime hiçbir şey demem, onlar samimidir. Ancak, ancak bu iktidar geçmişte Filistin'in ekmeğini yiyen, "Yok, 'One minute' dedim." diye iç politikada konuşan, Mavi Marmara'ya "Gerekirse ben de bineceğim." deyip sonra onları "Bana mı, devrin başbakanına mı sordunuz?" diyen, "Filistin'e gideceğim." diye altı kere tarih verip gitmeyen birisi şimdi Trump'ın talimatıyla Netanyahu'yla işi pişirip ortamı hazırlarken bunların adına manşetten müjde veren ya da küfür eden gazete Filistinlilerin bir hicrete, hicrete hazırlandıklarını söylüyor. Tehcire hicret süsü veriyorlar. 622 yılı, Hazreti Peygamber'in Mekke'den Medine'ye zorunlu göçünü bugün Trump'a gönüllü yanlamanın işine âlet etmeye çalışıyorlar. Bunlara karşı geçmişte oy veren ne kadar samimi muhafazakâr varsa, ne kadar samimi milliyetçi varsa hepsinin önünde saygıyla eğilerek bu utanmazlara diyorum ki: Siz bu Trump'ın orayı boşaltma, hidrokarbona çökme, oraya, Gazze'ye kumarhaneler kenti yapma planına hicret deyip Hazreti Muhammed'i âlet ediyorsunuz ya. Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!
Basına tepki: "19 Mart darbe girişimini görmeyen birileri var..."
19 Mart darbe girişimini görmeyen birileri var. Görüp de görmezden gelen, göstermeyen. Ben yandaş medyaya bir şey demiyorum. Onlar zaten bir operasyonun medya ayağı olarak talimatlandırılmış şekilde her türlü yalanı, iftirayı köpürte köpürte tartışıyorlar falan ama milletin gözünden düşmüşler, gönlünden düşmüşler, reytingden düşmüşler. Onlara bir şey demiyorum. Ama gazetecilik yapmak isteyen kardeşlerimi hem istihdam eden hem de onların yaptığı haberleri görmeyen, vermesi gereken yayınları vermeyenler var. O konuda Cumhuriyet Halk Partisi tek başına değil, bütün meydanlarda büyük bir mutabakatla bir boykot kararı aldı. Bizi görmeyenleri, vermeyenleri, sesimizi duymayanları.
Öyle ya, İstanbul gibi bir kentte bir gece 1 milyon 200 bin kişi Tarihi Yarımada'da toplanacak, bütün dünya televizyonlarına, gazetelere haber, manşet olacak. 4 gün sonra Maltepe'de bayram tatiliyle baltalanan meydanda tarihin en büyük, Maltepe'nin kalabalığı toplanacak. Millet ayağa kalkacak, darbe bastıracak, sen orada ölü taklidi yapacaksın. Buna karşı boykot başlattık. Boykotla ilgili liste sitemizde, boykotyap.org sitesinden takip edilebiliyor. Bu firmalar ve bu firmaların para kazandıkları, bizden kazanıp saraya hizmet ettikleri için para kazandıkları ürünler. Bunun dışında gençler istedi, bir gün genel boykota destek verdik. Dünyanın en büyük yalanını attılar, "Boykot tutmadı." diye. Hepiniz gördüğü hâlde ve %53'e düştüğü alışverişin ortaya çıktı. Ama bu sadece gençlere, onlar istiyor diye destek boykotuydu. Biz genel tüketim boykotu yapmıyoruz. medyayı ve onun yan şirketlerini cezalandırıyoruz. Bu günlerde bir toparlanma bekliyoruz, takip ediyoruz. Önümüzdeki mitinge kadar belli merhalelerde ne kadar aşama kaydettiklerini takip edeceğiz. Onun için boykotyap.org sitesi dışında bir boykotumuz olmadığını ama o sitede ne görüyorsanız o boykota sonuna kadar sarılmanız gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyorum ve dönüyorum, bakıyorum. Boykot ettiğimiz şirketlerin ne kadar vergi ödediğini incelemeye başladık. Çoğunun 3 yıldır matrahsız olduğunu görüyoruz. Tüm bu şirketleri hukuka uymaya, milletin sesini duymaya, cuntacılara değil millete hizmet etmeye bir kez daha davet ediyorum.
Bir süredir Kürt meselesinde, Kürt sorununda yeni bir süreç yürüyor. Adını koymakta, koymaya korktukları... Ne yapmayı istediklerini gizledikleri bir süreç yürüyor. Bize diyorlar ki: "Bir şeyler olacak, buna destek verin." Biz de diyoruz ki: "Şeffaf olun, açık olun. Meclis'e gelin, Meclis'e getirin, Meclis'i çalıştırın. Milletin rızasını, milletin vekilinin rızasını alın. STK'ların, şehit ailelerin, gazilerin, terör mağdurlarının, bu süreçte yıllardır mağduriyet çekmiş herkesin rızasını alın." diyoruz. Tarihsel tutarlılığımızı sürdürüyoruz. Şimdi Adalet Bakanlığı'yla DEM heyetinin atılacak yasal adımlar için bir araya geleceği duyuruldu. Elbette sadece heyetler ve bakanlıklar üzerinden gitmemelidir. Ancak bu görüşmede eğer Meclis zeminine, Meclis'e bir zemin yaratacaksa yapılmalıdır. Biz "Yasal düzenleme, biz Meclis, biz kanun." dediğimizde bize "Terörsüz Türkiye niye demiyorsun?", biz "Kürt meselesi demokratik yollardan çözülmelidir." dediğimizde "Kürt meselesi yoktur, sadece terör sorunu vardır." diyorsun diyenlerin şimdi işin ayakları suya girdiğinde artık yavaş yavaş yasal düzenlemeleri, kanuni değişiklikleri konuşmaya başladıklarını görüyoruz. O gün bol keseden atanlar, o gün Cumhuriyet Halk Partisi'ni suçlayanların bugün nereye geldiği ortada.
Bahçeli'ye çağrı
Bu iktidarın demokrasiden, kardeşlikten, birlikten, haktan hukuktan adaletten alacak bir nasibi olmadığını, kalmadığını, hiç özünde olmadığını bildiğimiz hâlde, MHP'nin tarifi edilmesi zor tutumunu bir kenara koyarak ve her şeye rağmen CHP geçmişte nerede duruyorsa, biraz önce özetlediğim şekilde aynı yerde durmaktadır.
Şehitlerin gelmeyeceği, Kürtün, Türkün anasının gözünden yaş akmayacağı, artık kan akmayacağı, oluk oluk bu işlere para akmayacağı, Türkiye'nin yarınlarına katkı sağlayacak her türlü barışın, her türlü müzakerenin, her türlü, bu konudaki samimi gayretin yanında oluruz. Ancak, ancak "Batıdaki Kürtler belediye meclislerine alınarak terör örgütüne destek sağladı İmamoğlu." diyenlerin, düne kadar birbirine ip atanların ya da düne kadar sadece "DEM Parti'yle diğerleri gibi siyasi parti olarak ilişki kurduk." diye bize terörist yaftası yapıştırmaya çalışanların, sadece milletimiz ikiyüzlülüğünü görsün, Cumhuriyet Halk Partisi'nin de tarihsel tutarlılığını görsün. Bunun dışında Cumhuriyet Halk Partisi'nde hiç ama hiç başka bir şey kimse aramasın.
Biz terörsüz Türkiye'ye destek oluruz. Ama soruyorum Sayın Bahçeli, sen sandıksız Türkiye istiyorlar. Ona destek mi oluyorsun yoksa gelip demokrasinin yanında mı duruyorsun? Bunu bir bana söyle, bir görelim bakalım.
Bir yandan tabii ben 28 gündür burada olmayınca, otobüsün üstünde, ki olmaya devam edeceğim, hep birlikte Türkiye'de olmaya devam edeceğiz. Fikri takipten vazgeçtiğimi sanmasınlar. Her şey otobüsün üstünde o kadar rahat konuşulmuyor. Erdoğan'a gitmeden evvel sormuştum. KKTC Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim'in o organize suç örgütü lideri Halil Falyalı'yla ilişkisini. Sustu. Hiçbir şey söylemedi. Halen susuyor. Kim bu Ekrem Serim? Erdoğan'ın İBB başkanlığı döneminden beri yanındaki kasası, Maksut Serim. Başbakan olduğundan beri ve Cumhurbaşkanlığında örtülü ödeneği yöneten kişi. Oğlu Dışişleri Bakan Yardımcısı oldu. Sonra da Kıbrıs'a büyükelçi oldu. Sonra, o söylediğim gün, apar topar büyükelçilik görevinden alındı. Erdoğan yanıt vermiyor ama 2014-2021 yılları arasında Halil Falyalı'nın finans müdürü Cemil Önal teker teker her şeyi anlattı. Benim anlattıklarımı doğruladı ve çok daha fazlalarını anlattı. Öyle bir şey ortaya çıkıyor ki, bu işin içinde, bu işin içinde Hakan Fidan var. Bu işin içinde Binali Yıldırım var. Bu işin içinde bu arkadaşların, bu siyasetçilerin, bu önceki başbakanın, şimdiki bakanın çocukları var. Bu işin içinde 45 tane kayıt var. Bunların 40'ının ele geçirilmişliği, beşinin ortada durmuşluğu var. Bunun içinde Dışişleri Bakan Yardımcısı iken ve büyükelçi iken İngiltere'deki hesaba giden gelen büyük büyük paralar var. Bu işin içinde hem yüzen gemiler, yakalanan gemiler var, ayrı. Ama Kıbrıs'ta bütün hepsi döküldü ortaya. İnanılmaz, inanılmaz ortaya dökülen, hani turpun büyüğü diyor ya, böyle neredeyse Kıbrıs kadar turp var. Ve içinde, içinde,içinde İbrahim Kalın'ın da bildiği 45 kayıtlı kaset, 40'ı elde, beşi bir yerde. Onun peşinde atanan büyükelçi. Ortaya dökülünce bunlar alınan büyükelçi. Sayın Erdoğan, meslekten gelmeyen, tecrübesi olmayan birini Dışişleri Bakan Özel Kalemi, sonra Dışişleri Bakan Yardımcısı, Kıbrıs gibi gözbebeğimize büyükelçi yapıp da, bu teker teker okusam utanırım. Masumiyet karinesi var. Hakan Fidan'ın oğlu şuna şunu diyor. Binali Bey'in oğlu buna bunu diyor. Bunları buradan söylemeye utanırım. Ben Erdoğan değilim. Ben suçlamalar kesinleşmeden kimseye hırsız diyecek, yalancı şahitlerin iftiraları üzerinden bir şeyler söyleyecek kişinin adı Erdoğan'dır. Burada bütün pislikler ortaya döküldü. Şimdi, şimdi bu adı geçenler üzerinden bir tane, bir tane, her şeyi göze alan savcı arıyoruz.Bakalım örneğin bugün altyazı geçiyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nin kongresinde 86 kişiye Ekrem İmamoğlu dahil ifadelerine başvuruluyor. Hepsi orada yazıyor. Şunu söyleyeyim, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı görevinin gereği olarak kendisine gelen her türlü başvuruyu aldı, dinledi.
Adı geçen herkesi, atılan iftira da olsa söylenen sözde adı geçen herkesi de dinliyor. Bu da açık, yani gizli tanık olmak istediler. Örneğin bir delegemizi gizli tanık diye getirdiler. "Gizli tanıklık yok, adını verirsen seni dinlerim" dediler. Biz buradaki tutumu doğru buluyoruz. Yakından da takip ediyoruz. Adı geçen herkesin dinlenmesi gerekir. Öyle takdir edilmiş, dinlenecektir. Sorulan her soruya cevap verilecektir. Atılan her iftira zaten süreç içinde tamamen ortaya dökülmüştür. 1300 cep telefonu yalanı nasıl patladıysa bütün iddialar teker teker çürüyecektir, çürümektedir. Şu anda ifadesine başvurulan Ekrem İmamoğlu içerideyken, ifadesine başvurulan birçok kişi içerideyken ya da salondayken o kara çalınan, o kişisel namuslarına dil uzatılan 1300 tane aslan gibi Cumhuriyet Halk Partili, o Cumhuriyet Halk Partililer geldiler, bir kez daha perdeyi çektiler, vicdanlarıyla baş başa kaldılar ve iradelerini tazelediler. O kurultaya şaibeli diyenlerin, başta iktidar ve medyası olmak üzere, alınlarını karışladılar, hepsinin alnından öpüyorum.
Geçmişte başlatılan partiye kayyum atanmak için, algı yönetimi için, 3-5 meczupla 80 kişinin isminin ortaya atıldığı süreçte soruşturmayı takip ediyoruz. Şu kadar endişe edeceğimiz bir şey yoktur. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi geçtiğimiz kurultaydan sonra birilerinin, yandaş medyanın köpürtmeye çalıştığının aksine ayrısı gayrısı olmayan, ötekisi olmayan, kol kola, omuz omuza iktidara yürüyen bir partidir. Hepsini, tüm üyelerimizi saygıyla selamlıyorum.
"Erdoğan'ın Çeçen ve Müslüman Kardeşler örgütü sorumlularının otel masraflarını ödettiği ileri sürüldü"
Ekrem İmamoğlu'nu olmayacak ithamlarla, evinden polis baskınıyla alanların, 4 gün nezarethanede tutanların, Silivri'ye koyanların bir geçmişine bakalım, bir şeyi hatırlayalım. Bakın, Erdoğan nelerle suçlanmış? Teröristlerle görüşmekle. Erdoğan'ın Çeçen ve Müslüman Kardeşler örgütü sorumlularının otel masraflarını ödettiği ileri sürüldü. Bu sebepten Erdoğan "ekip" adı altında örgüt çatısı oluşturmuş, bir örgüt kurmuş. İddiaları sessiz kalmış. Siyasi teşekkül demiş ama oluşturduğunun içinde Müslüman Kardeşler Örgütü'nün olduğu ve Çeçen mafyasının olduğu, teröristlerin olduğu ortaya çıkmış. "Geleceğin başbakanıyım" demiş. İhalelerden komisyon almış. Komisyon partiye de verilmiş. İstişare ile ihale yapılarak rakipler çekilmiş, birileri özendirilmiş. Erdoğan ve Gürtuna için rüşvet, zimmet soruşturması açılmış. Çete lideri olarak yargılanacakmış. "Zimmet ve hile ile suçlanıyorlar." diyor. Akbil ifadesi vermiş ve verirken, "Akbil'de olanlardan haberim yok." demiş. Sonra haberi olanların hepsini milletvekili yapıp yargıdan kaçırmış. "Reklam tahsil" başlığıyla çıkmış gazete. 37 milyar lira reklam parası ödenmiş. Oysaki bu reklamlar yayınlanmamış. Belediye kasasından Erdoğan için tanıtım yapılmış. Billboard skandalı yaşanmış. Bugün el koyuyor ya billboard'lara. Billboard skandalı davası açılmış ve billboard skandalı davası görülmüş. Burada zimmete para geçirme, çete kurma, elebaşı olma, ihaleye fesat ve çıkar sağlama, terör örgütü üyelerine yardım, belediye kasasını kendi PR'ı için kullanma. Olan bitenin iki yönü var: 1- Tayyip Erdoğan bunların bir kısmından yargılandı. Bir kısmından soruşturuldu, dava açıldı, yargılandı. Yargılamalar sırasında durdu, mesela milletvekili oldu, Akbil davası durdu, sonra bildiğiniz yöntemlerle düşürüldü. Dünya kadar, dünya kadar mahkeme karşısına çıktı ama bir gün evine polis yollanmadı. Bir gün sabah kapısına dayanılmadı. Her ifade, telefonla çağırıldı, gitti, ifade verdi. Ceza aldı. Şiirden ceza almasını doğru bulmadık. Cezası onaylandı. Belediye başkanlığı düştü, 3 ay hapis yattı. Hapis yatacağı yere giderken İstanbul'da belediyenin önünde miting yaptı, engellenmedi. Cezası onaylandığında bile polisle gelinip alınmadı, davet edildi. Ve orada mitingle uğurlandı. Yattığı cezaevinde, kendi iddiaları, 30.000 ziyaret aldı, diyorlar. 30.000 kişi. Şimdi Ekrem Başkan'a gidene gelene laf ediyorlar ya, 30.000 ziyaret aldı. Bu işin, o geçmişte kötüledikleri, "İktidara hizmet ediyor." dedikleri, "Tarafsız değil." dedikleri, dokunulmazlıkları kaldırma sözü verip başbakan olduğu, iktidar olduğu, "Kaldıralım." denince de "Bu yargıyla mı kaldıracağız?" dediği dönemde, ne kendisine ne bir gazeteciye, kendi arkadaşları, milletvekilleri söylüyor, asla ve asla böyle eş zamanlı, bir yerden yönetilen, aynı anda 5-6 savcının birden ayrı suçları, gizli suçları birlikte sorguladıkları işler yapılıp da bu yapılan zulüm de, itibar suikastleri de yapılmadı. Saraçhane'den davul zurna miting yapmasına izin verildi. Onun bugün ne yaptığına bakın. Ama okuduklarımı, bunları, aynı suçlamalar yapılıyor. Ekrem İmamoğlu'na soruluyor. Arkadaşlarımıza soruluyor. Banka dekontları araştırılıyor. MASAK raporu çıkarılıyor, bomboş. Bir tane kanıt yok. O zaman olanı ben söyleyeyim. Tayyip Bey sürekli şunu söylüyor ya: "İstanbul'u kazanan Türkiye'yi kazanır. İstanbul'u kaybeden Türkiye'yi kaybeder." Bunu bir yere oturtmuş kafasında. "Ben İstanbul'u kazandım, Türkiye'yi kazandım." diyor. "Şimdi sıra Ekrem'de." diyor. "O İstanbul Belediyesi'nin olanakları o gün bendeydi, şimdi Ekrem'de." diyor. "Ben o gün billboard'lara bunu yapmıştım. Akbil'den, yani sayılamaz işlerde bunu yapmıştım. Reklamda bunu yapmıştım. Ben o gün terör örgütünden para istediler, onu da yollamıştım. Ben o gün kendi PR'ımı İBB'ye de yaptırmıştım. Demek ki bu da yapıyor." diyor. Ve bu suizanla çağırıyor ve Akın'a bunları anlatıyor. "Böyle böyle yapıyor." diyor. "Git, bulacaksın." diyor. "Elinle koymuş gibi." diyor. "Bu işi bilen benim." diyor. "Bu işi kuran benim." diyor. "Şimdi Ekrem geçti ve benim gibi o yetkiler elindeyse kesin bunları yapıyor." diyor. Oradan buradan bir iki de gaz veren oluyor. "Sen bu İstanbul'u elinden almazsan bu Ekrem geliyor. Anketlerde 60 çıktı. Şunu yapıyor, bunu yapıyor." Bilmiyor ki Ekrem İmamoğlu dürüst, temiz yönetiyor. İki kat bütçeyle değil, bütçenin yarısıyla 4 katı, 2 katı iş yapıyor. Yani 4'te 3'ü çalmadan arttırıyor. Yarım bütçeyle 2 katı iş yapıyor. O parayı da, o parayı da yemiyor, yedirmiyor. Kime yediriyor? Kent lokantasında yediriyor. Kime yediriyor? Yoksul çocuğa süt içiriyor. Kime yediriyor?
Akın Gürlek'e: "Aldı gazı, gitti!"
Yandaşa peşkeş çekeceğine vatandaşa hizmet ediyor. Akın aldı gazı, gitti. Onu aradı, bunu aradı. Öyle yaptı, böyle yaptı, olmadı. Odun, meşe, çınar diye, pardon, meşe, çınar, ladin diye 3 tane odunu görevlendirdi. Onlar aslında üçünün toplamı Tayyip Bey. Bu yalancı şahitler var ya, Ekrem Başkan açısından yalancı, Tayyip Erdoğan'ın geçmişine şahit bunlar. İBB'yi Tayyip Bey'in nasıl yönettiği, oradaki kaynakları nasıl kendine kullandığı, partisinin iktidarını oradan nasıl finanse ettiğini bildikleri için ladin, meşe, çınar İstanbul Büyükşehir sürecini bilen iftiracacılar. Ama iş o ki aralık, ocak, şubat MASAK, MASAK, MASAK'tan raporun talebi 3'ü, bir başkan yardımcısının buna iknası, martın 10'u, raporun tamamlanması 17'si. Yani olmayan MASAK raporunu anlatıyormuş bunlar aralıkta, ocakta, şubatta. MASAK raporu boş peçete torbası gibi, sallıyorsun, dökülüyor. Kanıt dedikleri her şey çürüdü. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi diyor ki, Anayasa Mahkememiz diyor ki; salt gizli tanık ifadesiyle tutuklanamaz, cezalandırılamaz. Gizli tanık şunu der: "A kişisi B kişisine rüşvet verdi." Bakacaksın, o rüşvetin kanıtını bulacaksın, yok. Çınar, "Gördüm." bile demiyor, "Duydum." diyor. Ladin, "Yaptım." bile demiyor, "Yapmış." diyor. O yüzden inanılmaz bir yalanın içinde, şu evredeyiz. Arkadaşlarımızı cezaevlerinden dağıtıp gittikleri yerlerde özel ziyaretler yapıp "Bak, sen diğerlerinden farklısın. Gel şu ifadeyi kabul et, sen çık, bunlar yatsın." Şuna başlamışlar. İtirafçılar var. Kalanlardan, yananlardan olma, çıkanlardan ol. Kadın tutuklulara, "Kaç yaşında evladın?" "1,5 efendim." "Ya, yarın onun yanına dönmelisin. Ben bu yayından, bu SEGBİS'ten ayrılırsam bir daha çocuğunu 15 yaşında görürsün. Benim dediğimi yapacak mısın? İtirafçı olacak mısın?" Diyor ki kadın: "İtiraf edeceğim bir şey yok. Çalmadım, çal demediler. Soymadım, soy demediler. Bir yanlışım yok." "Gizli tanık ifadesini doğrularsan evladını kucaklayacaksın yoksa 15 yıl hapsi boylarsın." Böyle bir psikolojik mücadele var. İnsanların ahlakını çocukları üzerinden satın almaya, yönlendirmeye, değiştirmeye çalışıyorlar. O yüzden meselenin adı, hani bu operasyonun bir adı var mı? Bence var. Tayyip Erdoğan'ın üzerinden söylüyorum. Bu operasyonun işi, adı: "Kişi kendinden bilir işi" operasyonu. Sayın Bahçeli'nin söylediklerini okudum, yazdıklarını okudum.
Bahçeli'ye yanıt
Sayın Bahçeli'nin söylediklerini okudum, yazdıklarını okudum. Kimi yerde gülümsedim. Kimi yerde hesaba güldüm, başka hesabı kendim yaptım. Örneğin diyor ki: "28 kat fazla" Yok, "18,5 kat fazla" diyor, "oy aldı Erdoğan CHP'nin sandıklarından." CHP'nin sandığı dediği 1.600.000'lik bizim kendi üye sandığımız. Onun 18 katını almış. Dayanışma deyip millete açtığımız, 4 gün içinde duyanın gelebildiği, köylere möylere gidemediğimiz yerde 15,5 milyon oy almış. Ayıptır söylemesi, Devlet Bey'in aldığı oyun da 3,5 katını almış. Bu yüzden, Devlet Bey'in yargılamaların hızlı olmasına, Ekrem İmamoğlu suçsuzsa ki namusumuz kadar kefiliz, yapılan kurguyu, kumpası görüyoruz. Bunu söylemesine ve hızla, "Suçsuzsa" diyor, "tahliye olmasına, beraat etmesine" Temennimiz odur, o günleri hep beraber görmeyi de Sayın Bahçeli'yle ümit ediyorum. Yaptığı vurguları kıymetli buluyorum. Madem masumiyet karinesine inanıyoruz, madem milletin verdiği oylara değer veriyoruz, daha 1 yıl önce her iki kişiden birinin oyuyla İstanbul'a görevlendirilen Sayın İmamoğlu'nun tutuksuz yargılanmasına, hiç değilse görevinde vekil varsa bile hiç değilse özgürlüğüne kavuşmasına, aslında yargılama sırasında aynen Tayyip Bey gibi görevinin başına dönmesine, mahkemenin Tayyip Erdoğan'ın o günkü mahkemeleri gibi yürütülmesine ve bir üstüne ilave yapıyorum Sayın Bahçeli, TRT'den, isteyen her kanaldan bu yargılamaların açık ve şeffaf yapılmasına, sorulan her sorunun cevabının milletin önünde verilmesine siz ne diyorsunuz? Biz burada sizinle buluşabiliriz. Hızlı, adil yargılama. Suç ispatlanırsa hapse, suç, beraat ederse görevine ve tutuksuz yargılama ve televizyondan yargılama. Ben şunu biliyorum Sayın Bahçeli. MASAK raporunda, , 10 yıl önce bugünkü değerleriyle değerleme yapıldığında alınan arsanın 20'de 1 fiyata alındığı görülmüş. "Ne diyeceksin İmamoğlu? Keşke bu canlı yayında olsa." Bu içeride oldu, emniyette oldu, savcılıkta oldu. "Allah Allah! O kaparo ya. Ben kendi hesabımdan kaparo yolladım. Ana parayı falanca devlet bankasından kredi kullandık galiba." Avukat çıkıyor, soruyor ve faks da geliyor. "Evet efendim, 20'de 1'ini Ekrem Bey kapora vermiş, geri kalanını bankadan kredi kullanmış. Kredi de 5 yılda kapanmış, 10 yılda kapanmış." "Ha, tamam, bunu geçelim o zaman." Böyle böyle koca MASAK raporunu geçtik biz. Koca MASAK raporu dediklerinin içinden bir kanıt çıkmadı. O yüzden şimdi, o yüzden şimdi 50 yeni şahit üretmeye çalışıyorlar AK Partili müteahhitlerden. Eskiden İBB'de AK Parti döneminde çalışmış. Soru: "Sonra niye ihale alamadın? Rüşvet istiyorlarmış, vermedin.
Kanıt yok, tanık yok, ispat yok. "O günden beri neredesin? Türkiye Yüzyılı kampanyasındayım, bakanlıklardayım. O günden beri neredesin? Oradayım, buradayım, İletişim Başkanlığındayım." Aslında bir suçu ispat etmeye çalışırken eski ve güncel, kurulmuş bir saadet zincirini, belediye, İBB'deyse İBB'de oturan akbabaların şimdi İletişim Başkanlığı'nın bahçesine konduklarını, bakanlıklarda durduklarını, Teknofest yaptıklarını, efendim, bakanlıkların kampanyalarını yaptıklarını, İBB'ye bir kayyum atansa geriye gidip o bahçeye konacaklarını deşifre ediyorlar. O 50 tane yeni tanık bulduk diyorlar. Sen madem dosyan kuvvetliydi, Tayyip Bey'in sana telefonda çıkıştığı gibi, madem dosyan kuvvetliydi, hani kanıtların vardı? Hani, hani? Hani senin elinde kanıtlar vardı?
Bir tanesini ispatlayamadın. Ekrem Bey'e sorarken, arkadaşlara sorarken döndün, arkadaşlara baskı, öbür taraftan yalancı şahit, şimdi onları getiriyorlar. Biz bunları nereden biliyoruz? İçlerinde bu teklifleri alıp "Tövbe estağfurullah, yapmam öyle şey." diyenler var. "Tövbe." diyor ya. "Ben gitmedim ki." Ben diyor, "CHP gelmiş, almış, ihaleye bile girmedim." diyor. "Geldim." diyor, "burada bildiğim yerlerden girdim." diyor. "Veya bir iki tane de ihale aldım." diyor. "Aldığım var, almadığım var." diyor. "Niye iftira atacağım?" diyor. Gelip onları anlatıyor. Şimdi gelecekte bir yargılama daha olacak ya, seçimlerden sonra, iftirayı atanlar, attıranlar, yalancı tanıklar, vallahi FETÖ'nün savcıları firarda ama o günün yalancı tanıklarını bugün hapse koydular. Şimdi o gerçek tanık bulamayan, gizli tanıkla operasyon kurgulayan, somut delile ulaşamayan, somut delil diye sorduğu her sorunun cevabını alan şimdi origami sanatı gibi böyle, kağıttan gemi yaptıkları gibi tıkır tıkır tanık yapmaya çalışıyor. Onlara, FETÖ'cü savcıların gazına gelip ifade verip şimdi 25 yıldır içeride yatanları hatırlatırım. Bir bildiğin varsa bugün ispatlayacaksan geri durma, korkumuz yok. Eğer bugün iftira atacaksan yarın onu biz ispatlarsak o zaman çekeceğin cezayı kendin düşün. Gizli tanıklara diyorum, şimdi yandaş yaratmaya çalıştıkları tanıklara diyorum; cürmünüz kadar yer yakarsınız.
Namuslu insanları karalayamazsınız. Günü gelince de bu pisliğin hesabını vereceksiniz. Sonunda, sona gelirken, 1- 301 evladımızı bayramda bizden kopardılar. Öğrenciler serbest kaldı, çok memnunuz. Doğru ama yetmez. 240'ı kaldı, 71'i içeride. 46'sını İstanbul'da, 15'ini Bursa'da, 10 tanesini İzmir'de, 71 evladımızı takip ediyoruz. Kamuoyuna şunu söylüyorum. Bir öğrencimiz içeride kalmayana kadar duyarlılığın sürmesi lazım. Örneğin Bursa'da 3'ü kadın, 15 gencimiz tutukludur. Vizelerini kaçırıyorlar. Annesi kanser olan var. İşçi olup işinden atılan var. Borcunu ödeyemeyip aciz gelen var. Bu yüzden çok hızlı bir şekilde bu tahliyelerin gerçekleşmesi gerekiyor. Bir de Bursa'da tahliye kararlarına itiraz eden bir savcı var. Ya 1 gün yatırı yok. Bütün bayram geçmiş, 15 gündür içeride tutmuşsun, bir de dönmüş, serbest kalıyor çocuklar, itiraz ediyor. Bir avukatımız, Ahmet Keskin, içeride, takip ediyoruz ve önemli nokta şudur. Bazı arkadaşlara, bazı öğrencilere farklı farklı suçlamalar var. Bir kısmına da cumhurbaşkanına hakaretten. Koca bir meydan, zıpla zıpla yapmış, 5-6 tane kişiye zıplamayan, işte "Tayyip Bey'in ismini söylediler." diye. "Koca meydan 'diktatör Tayyip' demiş." Birkaç tane gence bunun tutuklulukla hesabını sormaya çalışıyorlar. Buradan sonra cumhurbaşkanına hakaret Adalet Bakanlığı'nın iznine tabidir. Süreç uzuyor. Buradaki arkadaşlar boşu boşuna mağdur oluyorlar. Pırıl pırıl, tertemiz, geçmişlerinde bir tane bile sabıka olmayan, hiçbir örgütle bağlantıları olmayan, olsa olsa Cumhuriyet Halk Partisi üyesi ya da değil, 71 tane pırıl pırıl gencimizin bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını bekliyoruz.
İmza kampanyasında son durum nasıl?
İmza kampanyası son gelen veriyle cumartesi akşamüstüne doğru 10 milyonu aşmıştı. Örgütümüz bütün gücüyle çalışıyor. İmza kampanyasında devlet memurlarının, gelecekte mülakata girecek öğrencilerin, yakınlarının tereddütlerinin oluşabilmesi ihtimaline binaen kampanya ile ilgili şu bilgiyi paylaşmak isterim: Kampanyada toplanan imzalar hızla örgütümüz tarafından, belirlediğimiz gizlilik ilkelerine göre dosyalanıp, kapatılıp genel merkezimize ulaştırılmaktadır. Yani attığınız imzalar birkaç gün içinde genel merkezimize gelmektedir. Dijitalleştirilmektedir, istiflenmektedir, sayımı, kontrolü yapılmaktadır ve emniyette tutulmaktadır. Yeterli imzaya bizim gayri resmi sayımlarımız sonucunda ulaşıldıktan sonra, sisteme giriyoruz bütün imzaları sayfa sayfa, sayılarını giriyoruz. Buraya bir bağımsız denetim kuruluşu, meslek örgütlerinden örneğin, kabul eder, etmeleri durumunda, Türkiye Mali Müşavirler Odası'ndan, TÜRMOB'dan, noterden ve bir bağımsız denetim kuruluşundan, üç dört ayrı raporla imzaları saydıracağız, resmileştireceğiz ancak hiçbir yere teslim etmeyeceğiz. Bu imzalar yüksek güvenlikli, Cumhuriyet Halk Partisi'nin kimsenin gelemediği, giremediği yerde, yüksek güvenlikli ortamda saklanacak. İmzaların gerçek rakamları noter tarafından, bağımsız kuruluşlar tarafından tespit edilip kamuoyu ile paylaşılacaktır. Tüm vatandaşlarımızı, dünya siyaset tarihinin en büyük, en büyük güvensizlik oylamasına, Erdoğan'a güvensizlik oyu verecekleri ve 'adayımı yanımda', bu aday Ekrem İmamoğlu'dur, hepimiz öyle söylüyoruz, ancak, Cumhuriyet Halk Partililer, ona gönül verenler, "Adayımı yanımda, sandığımı önümde." istiyor. Ama bir başka parti, genel başkanı hapiste olan bir başka parti, "Adayımı yanımda." diyorsa, o aday onun gönlündeki adaydır. Asıl olan sandığın gelmesidir. Hangi siyasi görüşten olursa olsun herkese, hem bütün siyasi tutukluları, hem Ümit Özdağ'ı, hem Ekrem İmamoğlu'yu, bütün belediye başkanlarımızı, belediye meclis üyelerimizi, DEM Parti'nin, önceki HDP'nin önceki eş genel başkanlarını, hangi siyasi tutuklu tutuk varsa, özgür kalacakları ve esas hakemin milletin son kararı vereceği erken seçim sandığını istediğimiz, imza kampanyamıza davet ediyorum.
Yozgat mitingine çağrı
Bu grubumuz iklim kanununa direnmeye, büyük bir mücadele vermeye devam edecek. Yarın akşam Ekrem Başkanımızın ve Mehmet Çalık başkanımızın ilçelerinden, Beylikdüzü'nden, bir devasa gece mitingini daha yapmaya, İmamoğlu'na ve arkadaşlarımıza özgürlük demeye devam edeceğiz. Cumartesi günü, 19 Mart darbe girişiminin ay dönümünde, birinci ayında, Yozgat'ta "Ayağa kalkmazlar." diyen çiftçilerin ayağa kaldırdığı Yozgat'ta, AK Parti'nin kalem dediği Yozgat'ta, burada "AK Parti'nin dediği olur, düdüğü öter." dedikleri Yozgat'ta, Yozgatlılarla kucaklaşmaya, demokrasiye sahip çıkmaya gidiyoruz. Ve biz hep beraber, hep beraber haklıyız, güçlüyüz. O yüzden hem arkadaşlarımıza güveniyoruz hem kendimize güveniyoruz. Ahlaki üstünlük bizdedir. Yaptığımız tüm eylemlerde her gün yeni ayaklar katılıyor, yeni omuzlar ekleniyor omuzlarımıza, gitgide güçleniyoruz. Her gün meydanlar bir gün öncesinden daha kalabalık. Samsun'da 47 yıl önce Ecevit'in topladığı kalabalığı topladık. Seçim yokken, "Ekrem İmamoğlu'na özgürlük." diyerek.
"Basınlarını görüyorsunuz; iftiradan başka söz yok"
Basınlarını görüyorsunuz. İftiradan başka bir söz yok. Yazar çizerlerini görüyorsunuz. Hakâretten, iftiradan medet umuyorlar. Normal bir zeminde tartışabilen yok. Psikolojik üstünlük bizdedir. Her gelen anket bir öncekinden iyi geliyor, iyi gelmeye devam edecek. Her geçen gün daha büyük kalabalıklara konuşuyor, daha büyük kalabalıklarla yürüyoruz, yürümeye devam edeceğiz. Çoğunluk enerjisi bizdedir. Ahlaki üstünlük, psikolojik üstünlük ve çoğunluk enerjisi kimdeyse iktidar ondadır. Artık iktidar muhalefettedir, Cumhuriyet Halk Partisi'ndedir. AK Parti şeklen iktidarda, sokakta ve vicdanda artık muhalefettedir. Hep birlikte yürümeye devam edeceğiz. Adayımızı alacağız, sandığı koyacağız, iktidar olacağız. Atatürk'ün partisi iktidara yürüyor."
Bakmadan Geçme





