Fehmi Çalmuk

Erbakan ve 28 Şubatçıların Bitmeyen Kini

Fehmi Çalmuk

Allah’a teslimiyetimizin en önemli göstergelerinden biri olan kurban ibadetinin gerçekleştiği Kurban Bayramınız mübarek olsun.

Necip Fazıl kendisine “alçak” diyen muarızına şöyle seslenmişti:

-Alçaklık bir seviye teşkil eder. Ben alçaksam sen de çukursun…

Seviyenin dibe vurduğu bir açıklamayı analiz edeceğiz bugün. 28 Şubat’ın kudretli olduğu belirtilen ancak şimdilerde geatri ilmine sığınarak sıfırlanma ifadelerini ileri süren emekli Milli Savunma Bakanlığı personelinin açıklamaları var karşımızda.

 “Çocuklarım geldi, valizimi hazırladım, gelip almalarını bekliyorum, zaten 75 yaşındayım. Bundan sonra en fazla 5 sene daha yaşarım. Ama bu ülke, laik, çağdaş bir şekilde ilelebet yaşamalı. Bizler faniyiz, gelir geçeriz. Böyle bir duruşma, böyle siyasi şey dünyanın hiçbir yerinde olamaz”

Bu açıklamalara Milli Görüş camiasından yüksek perdeden bir ses, bir cevap verilmeyeceği, verilemeyeceği için yine taşı gediğine koymak bize nasip oldu.

Partisi kapatıldığında, siyasi yasaklı ilan edildiğinde cennetmekân Erbakan 71 yaşındaydı. Yarım asırlık siyasi hayatının 20 yılını siyasi yasaklı geçirmiş bir liderdi Erbakan… Seçilmişti. Şimdi “faniyiz” diyen emekli askere, Erbakan’ın RP’nin kapatılma davasına ilişkin tarihi yorumu hatırlatmak isterim:

-Tarihin akışı içerisinde basit bir noktadır.

Eski Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat soruşturması kapsamında haklarında verilen hapis cezaları için Sözün bittiği yerdeyiz. “Bizim hiçbir yanlışımız, hatamız yok. Genelkurmay olarak, Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) kararları çerçevesinde irtica ile mücadele ettik” sözlerini okuyunca Neşet Ertaş ustanın “Hata benim, günah benim suç benim” şarkısı geldi aklıma… Vay babam vay…

Ayrıntılara geçmeden önce belirteyim. Milleti, vatanı, bayrağı, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü, askerini “Allah Allah” nidalarıyla cepheye süren, “vatan sağ olsun” sözünden, şehitlik mertebesinden başka ne rütbeye ne de terfiye aldırış etmeyen Komutanlarıma hürmetim, saygım sonsuzdur. Onların yüreğinden, sancak taşıyan ellerinden öperim.

Ancak milletiyle, milletinin değerleriyle problemi olanlara ne “Paşam” derim ne de “Paşam” diye yazarım. Kimse benden bunu beklemesin…

Sırasıyla Erol Özkasnak’ın açıklamalarını birlikte ele alalım:

İlay-ı Kelimetullah Alerjisi,  Karşı Devrim Suçlaması

Özkasnak konuşuyor:

 “Kimseden bir minnet beklemiyoruz. Olmayan bir suçun, yaratılmış bir darbenin haksızlığı, irticanın, laik cumhuriyete galibiyetinin sondan bir önceki şeyidir. İrticai düşüncenin, şeriatın, laik düşünceye galibiyetinin zaferinin sondan ikinci örneğidir.”

Menderes’in halk iradesiyle iş başına gelmesinden bu yana “Cumhuriyet’e karşı devrim” sözünü hep söylediler. Karşı devrimci diye suçlamalar Menderes, Demirel, Özal, Erbakan ve Erdoğan hükümetlerinde de devam etti. Özkasnak bununla da kalmıyor. Kendilerine verilen ceza ile Laik Cumhuriyet arasında bir bağ kurarak bilindik, eskimez  “İslam karşıtlığı/düşmanlığını” gündeme getiriyor.

Nasıl bir kin, nasıl bir öfke? Kastı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, Cumhur ittifikanın YSK’ya verdiği “Nihai hedefin ilay-ı Kelimetullah” olduğunun belirtildiği protokol, Ayasofya’nın ibadete açılması ise uykularının kaçmasının nedenini anlıyoruz. Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi Başkomutan olarak, Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’dadır. Hükümettedir ve millet iradesinin tecilli ettiği TBMM’dir.

Bunları yenilgi kabul eden ve kaybedenler safından son çıkışla birlikte paçayı kurtarmak için “Laiklik” ilkesine sarılıyorsa bilmeli ki bundan ona ekmek çıkmaz.

Bir Osmanlı Paşası olarak Cumhuriyet’i dualarla ilan eden Mustafa Kemal’in dini hayata genelkurmay başkanı ile aynı protokol sırasında yer verdiği Diyanet İşleri Başkanı, dini eğitim ve öğretime imam hatip okulları ile bulduğu çözüm önerisi NATO paşalarının çok da anlayacağı bir konu değildir.

Ağar, Akşener ve Kazan’a 28 Şubat Suçlaması

Özkasnak konuşuyor:

Bizim hiçbir yanlışımız, hatamız yok. Genelkurmay olarak, Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) kararları çerçevesinde irtica ile mücadele ettik. MGK'nın kararları doğrultusunda bütün Silahlı Kuvvetler, sivil kuruluşlar da görevini yaptı. İçişleri ve adalet bakanı irticaya karşı genelgeler yayımladılar. Hem de MGK'da alınan kararlarda yazılmayan ağırlıkta sert genelgeler.”

Bu sözlerde açık ve net suçlamalar var:

Kime?

1-Mehmet Ağar:  54'üncü Hükümet bünyesinde İçişleri bakanlığı görevinde bulundu. Başbakan Necmettin Erbakan'ın Libya gezisini tasvip etmeyen Ağar, bu kararı protesto ederek 8 Kasım 1996 tarihinde görevinden istifa etti.

2-Meral Akşener: Ağar’dan sonra İçişleri Bakanlığı görevini üstlenerek Türkiye tarihindeki ilk kadın İçişleri Bakanı oldu. Süreci’nin yaşanması ile 54. Türkiye Hükümeti’nin dağılmasının ardından görev süresi 30 Haziran 1997 tarihinde son buldu.

3-Şevket Kazan:  28 Haziran 1996 - 30 Haziran 1997 tarihleri arasında Adalet Bakanı olarak görev yaptı.

Kazan vefat etti?

Zaten 28 Şubatçılardan şikâyetçi olmadığını belirtmişti. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki görülen 28 Şubat davası duruşmada Bakan olduğu dönemde yaşadıklarını anlatan Kazan, Mahkeme Başkanı Fevzi Şıngar'ın, "Size yönelik tehdit oldu mu?" sorusuna, "Hayır, maruzatım bundan ibaret" yanıtını verdi. Kazan, "Şikâyetçi misiniz?" sorusu üzerine, "Hayatımın en zor kararıdır, bu dosya için şikâyetçi olmak. Ben şikâyetçi değilim" diye konuştu.

Bu arada söz alan sanıklardan Çevik Bir, Kazan'a şikâyetçi olmadığı için teşekkür etti. Kazan'ın avukatı İsmail Aydos, Kazan'ın duygusal bir ortamda konuştuğunu belirterek, tekrar şikâyetçi olup olmadığının sorulmasını talep etti. Mahkeme başkanının tekrar sorması üzerine Kazan, "Savcılıkta şikâyetçiydim. Gelinen noktada her insanda vicdan var. Ben de insanım, şikâyetçi değilim" ifadelerini kullandı.

Mehmet Ağar ve Meral Akşener Müslümanların ensesinde boza pişiren dönem ile ilgili “İçişleri ve adalet bakanı irticaya karşı genelgeler yayımladılar. Hem de MGK'da alınan kararlarda yazılmayan ağırlıkta sert genelgeler” suçlamasına açık netlikçe cevap vermeli.

Gerekirse suç duyurusunda bulunmalı. Eğer bunu yapmayacaklarsa tarih ve millet önünde siyasi sicillerine 28 Şubatçı damgası vurulur ki, Hint boyası gibi çıkacak gibi değil.

Kurban Ol Erbakan’a, Onun kadar Devlet Adamı Olabilseniz Keşke!

Özkasnak Anlatıyor:

Darbe ile düşürülen hükümet, ‘Beni devirdiniz' der ve çeker gider. Oysa hükümet aylarca görevine devam etti. İstifa ettikleri dilekçeyi verdikleri gün, sadece başbakan değişikliğiyle iktidara tekrar talip oluyorlar. Yani zorla görevden alınan ya da görevden ayrılması için zorlanan bir hükümet yeniden hükümete talip olur mu? Başbakan Erbakan gerek o dönemde gerek görevden ayrıldıktan sonra hiçbir demecinde ‘Ben 28 Şubat'ta askerlerin zoruyla, baskısıyla görevi bıraktım' demedi. 2013'te Tayland başbakanı, ‘İstifa etmek zorundayım. Askerler bana baskı yapıyor' diyor. Hiç kimse Erbakan'ın ağzından böyle bir şey duymadı. Kimse, Erbakan'ın, Tayland başbakanı kadar cesaretinin olmadığını söyleyemez.”

Keşke Erbakan kadar devlet adamı olsanız, keşke… Erbakan cesareti olmadığı için mi 28 Şubat’ı iliklerini kadar işlemesine rağmen, partisi kapatılması, kendi dahil kadroları siyasi yasaklanmasına rağmen “Devleti” hiçbir zaman suçlamadı.  Cuntacılar devlet adına 28 Şubat’ı yürütürken, Süleyman Demirel devletin başı olarak “tiyatroyu” yönetiyordu.

Benzetilen ülke neresi peki… Tayland! Meşruti krallık ile yöneltilen Taylan’da da 1932 yılından bu yana 12 darbe ile 7 darbe girişimine tanıklık etmiş bir ülke…

Erbakan’ı İdam mı edecektiniz?

Özkasnak Konuşuyor:

-Rahmetli Erbakan eğer hükümete baskı ile zorla istifa ettirilmiş olsa en büyük zararı kendisi görürdü. Bir kere olsun ağızından ‘Ben 28 Şubat'ta yapılan baskılar yüzünden veya ortağıma yapılan baskılar yüzünden hükümeti idare edemez hale geldim' demedi ki. Tamamen aksini söyledi. Ölmesini bekledirler. Ölür ölmez yani 28 Şubat 1997'den 16 sene sonra dava açtılar. Başbakan Erbakan yaşasaydı böyle bir dava açamayacaklardı.”

Yine Sübliminal mesajlar. Aba altında sopa göstermeler. “Erbakan zarar görürdü” ne demek? “Erbakan’ı da Menderes gibi asarız” demek… Böyle mesajlar gelmedi mi? İstenilen buydu? Erbakan karşı koyacak, sokağa çıkacak, milleti sokağa dökecek milletin üzerinden tanklar geçecekler. Bu nedenle 15 Temmuz, 28 Şubat’ın geciken randevusu, rövanşıdır.

Babası idam cezası çarptırılmış rahmetli Aydın Menderes 28 Şubat’ta Erbakan ve kadrolarını en çok eleştiren isimdi. “RP kadrolarını asacaklar” sözleri o kadar yayıldı ki ona gelip giden emekli olduğu kadar muvazzaf askerler bunu söylüyordu. Refahyol hükümetine ilk verilen gensoru bu ruh haliyle hazırlandı. Ayaş’taki iyileştirme merkezinde tarih 26 Nisan 1997’yi gösteriyordu ki Sanayi Bakanı Yalım Erez ve Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ziyaretçi olarak gelmişlerdi. Hasta yatağından Erbakan’a kızıyor, ağza alınmayacak sözler ile gensoru önergesini bizzat kendisi hazırlatıyordu. Bu olayı cennetmekân Erbakan Hoca anlattığımızda inanmak istemedi.   “Bundan sonra İslam’ın neye uyacağı değil neyin İslam’a uyacağı devri başlamıştır” sözleriyle hatırlanan Menderes için “Bize Adnan Bey’in yadigârı” demekle yetindi.

Erbakan, “devlet ve millet zarar görmesin” diyerek kendini feda etmiş devlet millet fedaisidir. Yoksa makama dört elle sarılı olsa, komuta kademesinde verdiği iftar yemeğinde rakı söyleyen kuvvet komutanına da, MGK’nin yapıldığı Cumhurbaşkanlığı köşkünde vakit namaz geçiyor diye kan ter içinde abdest alırken “Ya Hoca kazaya bıraksaydın” diye dalga geçen genelkurmaya başkanına, kendisine “pezevenk” diyen sözde askere cevap vermemesinin cesaretsizliğinden, çaresizliğinden mi olduğunu zannediyorsunuz?

Taşı gediğine koymayı, gerektiğinde argoyu çok iyi bilirdi. “Devlet adamlığı” dersini askerler başta olmak üzere siyasilere veren Necmettin Erbakan “Bizim yüzümüzden bir Müslümanın burnu kanasa, bunun hesabını ahirette veremeyiz”  diye bilme kabiliyetine sahiptir. Erbakan ömrü boyunca şehadet için yanıp tutuşan bir mücahitten başka bir şey değildir. Her şehit cenazesinde, onların evine gittiği her taziye ziyaretinde aileyi müjdeleyen, “Rabbim bize de nasip etsin” diyen bir mücahit…

Mücahit’in devlet adamlığı ile imtihanı belki Türkiye’de yaşadığı olaylarla, 15 Temmuz dolayısıyla da en iyi anlayan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Dilinin ucuna gelip de söyleyemediği, yutkunduğu “önce vatan devlet” demesi hep ondandır. Erbakan’ın 28 Şubat’taki tarihini rolünü o dönem sert eleştiri getirse de bugün en iyi analiz eden devlet millet adamlığı bakımından “Recep Tayyip Erbakan’dır.

Çiller’e Hükümeti Verdirtmeyen de Kim?

Özkasnak Konuşuyor:

“Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Erbakan ve Tansu Çiller'in verdiği dilekçeler doğrultusunda hükümeti kurmayı Tansu Çiller'e verseydi böyle bir darbe davası olacak mıydı? Olmayacaktı Başbakanlığın Çiller'e verilmesini TSK mı engelledi? Vermeyen Cumhurbaşkanıdır. Bu konuda demeçleri var.”

28 Şubat süreci ve Mayıs 1997'de "laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu" gerekçesiyle Refah Partisi hakkında kapatma davası açıldı. Erbakan, yaşanan gerginliğin yatıştırılması amacıyla başbakanlık görevini koalisyon ortağı Tansu Çiller'e devretmek üzere 18 Haziran 1997'de istifasını dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sundu.

Kurmaylara teyit ettirdiğim bir diyaloğu da burada sizinle paylaşayım.

Erbakan ve Demirel neredeyse 50 yıllık arkadaştılar. Süleyman Demirel samimi bir şekilde Erbakan’a şunu sormuştu:

- Necmettin neden istifaya gerek duydun?

- Ortağımıza söz verdim. Sözümü yerine getirmek için istifa ediyorum. Tansu Hanımın kuracağı hükümet ile ilgili güvenoyunu destekleyecek yeterli imzalar ekte sunulmuştu. Sayısal çoğunluğu vardır.

- Necmettin bilmiyor musun; askerler senden daha fazla kadına (Tansu Çiller’e) kızıyorlar. Ona hiç ama hiç güvenmiyorlar.

Demirel hükümeti kurma görevini Çiller yerine dönemin Anavatan Partisi (ANAP) lideri Mesut Yılmaz'a verdi.

28 Şubat: Siyonizm’in rot balansı

Özkasnak konuşuyor:

Laik kesim sadece TSK'dan ibaret değil ki. Ülkenin büyük çoğunluğu o dönem laikti. Üniversiteler, sendikalar, basın, sivil toplum kuruluşlarının bir kısmı vardı. Büyük çoğunlukla o dönemde yapılan irticai faaliyetlere karşı vatansever olarak yapılması gerekenleri yaptılar. 28 Şubat hükümete karşı yapılan bir mücadele değildi. İrticaya karşı yapılan bir mücadeleydi.  O da sadece TSK tarafından değil, bakanlıklar, valilikler, kaymakamlıklar, üniversiteler tarafından yapılan bir mücadeledir.”

Türkiye’de hesaplar istenildiği gibi gitmiyordu. 1994 seçimlerde İstanbul ve Ankara belediyelerinin alınmasıyla başlayan süreç Türk seçmeninin adil ekonomik düzen başlığında paylaşım ekonomisini, Milli Görüş merkezli inançlı ve emin ve hak öncelikli siyasal yönetim beklentisini güçlendirdi. 28 Şubat, İstanbul’da Boğaziçi’nde bir yalıda yerel yönetimler sonrası milletin parasını, devlet imkânlarını sülük gibi emmelerine son verecek siyasal iradenin giderek iş başına geleceğinin korkusuyla başlatıldı. İşadamlarına gösterilen korku filmi 28 Şubat 1997’de MGK gösterilecek filmin ilk galasını olma özelliği taşıyordu. Erbakan’ın Müslüman Anadolu coğrafyasının kalkınma modelinde esinlenen Milli Görüş hareketi adım adım iktidara geliyordu.

 ABD’nin Gladyo mantığıyla 1947 yılından itibaren Anadolu’nun İslam’ı anlama yorumlama ve yaşama anlayışına ters bir mantıkla devşirdiği “Müslüman mahallesinde salyangoz satan” gençler uyuyan hücreler oldu. Komünizme karşı mücadele altında mandacı/himayeci/montajcı insanları birer ikişer cemaatlere/tasavvuf hareketlerine, milliyetçi/mukaddesatçı partilere sokmaya başladılar.

 Yeşil kuşak İslam projesine bir isim gerekiyordu. Sonradan bu isim “Siyasal İslam” olarak ortaya çıkacak, İslam kalkanı altında Türkiye’nin geleceğine “Made İn USA” yazılacaktı. Bu yüzden Milli Görüş hareketini; yerli/milli/dini hareket olarak görürüz. Yerli derken buram buram Anadolu kokan, Türkün ruh köküne uygun bir diriliş/devrimci hareket olmasından kaynaklanmaktadır. Türkün ruh köküne sadakat ile yola çıkan CKMP’nin Milliyetçi Hareket Partisi’ne dönüşmesini sağlayan yerli/milli siyasi iklim ile rolleri dağılmış bir şekilde yola çıkan Erbakan 1997 yılına geldiğinde Siyonizm’in Büyük İsrail Planı’na kafa tutan siyasi kimlik olarak hattı da sathı da müdafaa etmekte irade beyanını ortaya koyuyordu. Bunları söylerken Anadolu’dan neşet bulmuş Bağımsız Türkiye idealini anlatmaya/yaşamaya yeminli, dine ve imana karşı hürmetini günlük yaşamına sokmayan ol kalemleri, aydınları ayırt edemeyiz.

28 Şubat; Cumhuriyeti koruma kollama kisvesinde İsrail’i koruma ve kollama adına yola çıkan engelin temizlenmesi, emperyalist hizmetine mahsus aracın rot balansının ayarlanma girişimidir. Çünkü derin millet aklı gidişata müdahale etmiş, devletin paralarını bir havuzda toplamış, Gladyo’nun muhafızı NATO’ya, Bağımsız Devletler Topluluğu’na karşı D-8 isminde yeni bir havza ve ekonomik model geliştirmiştir. Ekonomik anlamda hırsızın elinden alınan devletin kasasıdır. Zaten toplumun her kesimin bir yılda ulaştığı ekonomik rahatlama bunun bir sonucudur.

  Elbette İrticanın PKK’dan daha tehlikeli olduğunu belirten asker çevrelerinin düşman önceliğini İrtica adı altında İslam’ı hayatına referans kabul eden, devletin ihalesi/bürokrasisi/yönetimi ile direkt ve endirekt ilişkisi olmayan cemaat ve geleneklere yönlendirmesinin sonucunu 15 Temmuz 2016’da çok acı trajedi olarak yaşadık. İrtica derken kollanan/saklanan esirgenen cemaatlerin/hareketlerin hangi yolun yolcusu olduğunu daha iyi gördük.

 28 Şubat; Türkiye’deki İslami hareketin Necmettin Erbakan’dan (Milli Görüş’ten) alınıp Fetö liderine teslim etme hareketidir.

 Bu iradenin işbirlikçileri RP’nin kapatılmasını siyasi terbiye modeli, İmam hatiplerin ortaokullarının kapatılması, üniversitelere gidişlerinin engellenmesinin siyasi hayatına mal olacak görev gibi gördüler.

Aradan geçen zaman 28 Şubat mücadelesinin irtica adı altında Türk Milletiyle yapılan mücadelenin, onu yolundan alı koymanın, bağımsız, kalkınmış muasır medeniyet seviyesine yükselmiş Türkiye’nin 2023’ü görmesinin haram edilmesinden başka bir anlama gelmediğinin anlatımıdır.

Özkasnak açıklamalarında “galibiyet” diyor ya bundan kastı; Büyük Türk Milleti’nin 15 Temmuz’da emperyalistlere ve onun yerli işbirlikçilerine karşı kazandığı zafer olmasın sakın!

 

Yazarın Diğer Yazıları