Romantik Ümmetçilik
Fehmi Çalmuk
Hamd olsun, Ramazan ayındayız. Rabbim sebatımızı, sadakatimizi arttırsın.
Ramazan öncesi Beytullah’ta ellerimi açarak duaya yöneldiğimde yanımda duran dünya coğrafyasının dört bir yanından gelmiş ihramlar içindeki Müslümanların tebessümünü ve “Tekabbel Allah (Allah kabul etsin)” duasını gördüm. Dilimizin Türkçe, ülkemizin Türkiye olduğunu fark edince tebessümleri bir kat arttı.
-Erdoğan… Reis…
Teslimiyetin merkezinde tavaf yapan yolu yanıma düşmüş umrecinin Erdoğan derken gözlerinin parlaması öylesine sıradan bir iş olmasa gerek…Mesele Erdoğan’dan ötedir. Yunus Emre’nin dizeleriyle “Meydanlar içinde merdaneler var”dır.
Buradan hareketle konuyu “Ümmetçilik” bilincine getiren olur elbette. Türkiye içinde bazı siyasi geleneklerin diline pelesenk yaptığı ümmetçilik anlayışının “kuru sıkı” veya yazının başlığındaki gibi “Romantik Ümmetçilik” olduğunu belirtmek isterim.
Suud-i Arabistan, Kuveyt, BEA, Bahreyn’in Gazze için, Filistin için bir şey yapmamaları, Siyonizme, İsrail’e lojistik ve finansal destek vermeleri göz ardı edilir. (Destekledikleri Husilerin eylemleri dışında) hele hele İran’ın sözden öte gitmeyen Filistin dayanışması Ramazan’ın son haftasının Kudüs haftası olmasından öteye de gitmez…
Şimdi Erdoğan’ın yeminli düşmanlarına taş çıkartarak köşe bucak, yakın uzak demeden “İsrail uşağı olmakla suçlayan” İslami cemaatlerin, siyasi islami geleneklerin Ramazan aylarında körfez ülkelerinin iftarlarında sıra selviler gibi boy göstermelerini görmeniz gerekir.
Türkiye’den giden gemileri söylerken “Suçlu ayağa kalk” diyen hele hele Milli Görüş’ün içinde bulunup da Erbakan’ın ümmetçiliğinden nasip almayan kimi isimlerin soyundukları ümmetçilik “Romantik ümmetçilikten” öte bir yere gitmemektedir. Kimi medyanın en çok Erdoğan’a saldıranları ekranlara, gazete sütunlarına taşıma geleneğinin başka bir benzeri İslami coğrafyadan beslenip, semizlenip sevgili Tamer Korkmaz’ın tabiriyle “İmamson Efendi”nin finansal himmetiyle iş görmelerini de görmezlikten gelemiyoruz. (Bu arada ünlü bir dini cemaatin Ocak ve Şubat ayında akınlar halinde umreye gelip “İmamson’a başarı tavafları yapmalarını da atlamış değilim)
İzanı, olmayanın insafı olmaz.
Batı yakasının İmamson’unun suflörü de dini cemaatlerle buluşmasını sağlayan büyükleri de hep İslami siyasi gelenek içinde ünlenmiş, beslenmiş, itibar kazanmış kişiler… Nedense onların Gazze diye bir sorunu, İsrail mallarının boykot etme gibi bir tavrı, duruşu olmadı, olmaz da...
“Projesini projelendirdiğimin Projesi” başlığıyla 2019 yılından başlayarak seçilme, ayakta kalma sürecini anlattığım İmamson bundan böyle bir kitlesel siyasi partinin genel başkanı… Okunu, budunu kırdıkları CHP’nin dönüşüm süreci yeni bir safhaya giriyor. Millilikte arındırılmış bir CHP’nin yeni baştan Kemalizm’in alfabesine dönmesi zorlu bir süreci beraberinde getiriyor. 28 Şubat’tan sonra Milli Görüş, 2016’dan sonra Milliyetçi Hareket, şimdi de sosyal demokrat hareket bölünüyor; parçalanıyor, uyumlu hale getirilmek için format atılıyor.
Bu süreç bir akıl tutulmasını da beraberinde getirmiyor mu ?
İmamson’u ümmetçiliğin içinde bağrında görüp de Gazze’de kriminal olduğu kadar taktiksel bir direnişe imza attıran Erdoğan’ı İslami şehirlerinin Yahudi mahallesi gibi görmek hangi aklın ürünüdür dersiniz.
Bu akıl; hiçbir zaman Türkiye Müslümanlarının da Dünya Müslümanlarının da akıllarının üzerinden aklını çekmedi. Derin aklın uyuyan hücreleri şimdi 31 Mart seçimlerinden sonraya belirlenen stratejinin taktiksel adımları devreye girecek.
Derin aklın genel stratejisi içinde ne şiş yansın ne kebap ümmetçiliği ile gösterilen istikamette Romantik Ümmetçilik ile yanı başında durması gerektiği kardeşini hırpalatıyor. O da kantarın topuzunu kaçırarak canını çıkarıyor.
Türkiye çok seçimler gördü. Aynı safta namaz kıldığı kardeşinin arkadan hançerlenmesini, emperyalizme karşı açık bayrak açılan, Kıbrıs Barış harekatının yapıldığı bir dönemde MSP’den ayrılarak koalisyonu bozanları, Vekil imamları devlet kadrosuna aldırmayı başaran bir koalisyon ortağı parti “İmam Hatipleri liselerini destekliyor diye “İmam Hatap (Odun imam) yetiştiriyor diyenleri, 28 Şubat’ta başörtülü kızların ortada bırakılmasını, yaşı seksene dayanmış, adına idam fermanları çıkarılmış islami siyasi hareketin lideri cennetmekan Erbakan’ın tekerlekli sandalye iki büklüm sağlık raporu almaya çalışırken “Ona rapor veren doktoru da, verdirten başhekimi de yakarım” diyen sofiliğe kurban olasıca ham softa bakanları gördü. Sonra gözlerinizin içine baka baka
“Ancak müminler kardeştir” ilahi düsturunu söylemezler mi?
Bu dönem gözün gözü görmediği, aklın yerini almış siyasi hırsın yıkıp geçtiği bir dönemdir.
Bu nedenledir ki Devlet Bahçeli ileri bir duruş alıp durumdan vazife çıkararak açıklama yapıyor. Bahçeli ki; TBMM Başkanlığını, Cumhurbaşkanlığı yardımcılığını, Başbakanlığı elinin tersiyle iten, 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’nin milli ruh kökünün geleceğine, yolunun yolcularına “Milli Kayyım atandım” kabilinden net, bir o kadar sert açıklama yapıyor.
“Son seçimim” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a anlayacağı dilden, lisan-ı hal ile bir izahat yapıyor.
- Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Cumhur İttifakı olarak yanındayız, beraberindeyiz. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.
Dedik ya; “Meydanlar içinde merdaneler var”… Mesele Erdoğan meselesi değildir. Mesele o parti bu parti meselesini de aşmıştır.
Bahçeli’nin derdi hele hele Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı koruma, kollama ve kutsama da değildir.
Bahçeli’nin sözlerini siyasi tecrübesi ile en iyi anlayan TBMM Başkanı oldu. Numan Kurtulmuş 18 Mart’ın yıl dönümünde şehit yakınları ve gazilere verdiği iftar yemeğinde Bahçeli’nin cümlelerinin tafsilatlı açıklamasını yaptı:
“i'la’yi Kelimetullah davası:
Tarihimizin bütün altın sayfalarını oluşturan, insanların yazdığı o destanların arkasındaki temel husus, ‘Ölürsem şehit, kalırsam gaziyim.’ diyerek ileriye atılabilme becerisinin bu milletin genetiğine yansımış olmasıdır. Yani bu milletin hamurunda i'la’yi kelimetullah davası vardır, Allah’ın sözünü en ileriye taşıyabilmek için vatanını, milletini, bayrağını, inancını, mukaddesatını, dinini koruyabilmek için gerekirse kendi canından vazgeçmek, gerekirse kendi kanını feda etmek vardır. Öyle olduğu için büyük tarihi destanları yazdık.
Devlet Ebed Müddet:
Bizim için devlet, kıyamete kadar ebed müddet sürebilecek olan bir şeydir. Devlette sadece bir yönetim erki değil, aynı zamanda devletle millet bütünleşmesi içerisinde milleti en güzel temsil eden bir üst yapıdır. Böyle olduğu içindir ki devlet ebed müddet fikriyle hareket eden bu millet, aynı zamanda cihanda bir nizam kurma derdinin, davasının içerisinde olmuştur. Dünyanın her tarafında insanların adaletle, hakkaniyetle, barış içerisinde ve insani bir şekilde yaşaması bizim devlet anlayışımızın önemli özelliklerindendir. Bu anlamda ‘nizam-ı alem’ ismini verdiğimiz bu aleme nizam verme ülküsü, sadece bizim milletimizin yaşadığı topraklarda değil, bütün dünyada hakkı, hakikati, adaleti tesis etme anlayışının yansımasıdır.”
“Meydanlar içinde merdaneler var” dedik ya bu açıklamaları bu gözden görmeniz gerekir.
Görmeyenler var mı ? Var. Yeniden Refah Partisi’nin cennetmekan Erbakan Mirası olan Hamidiye Cami ile parti genel merkezi arasına duvar öreceğini yazmıştım. Hazırlık başladı. Partiye gelip gidenleri X Ray cihazından geçirmek inşaata bile başlandı. Cami ile parti arasında şimdilik duvar olmadı. Merdivenlere demirden kapı yapılıyor. Dünya işi ayrı ahiret işi ayrı ya…Partiye giren partiye, camiye giren camiye girecek. “Romantik ümmetçilik” dedik ya …